Hüseyin Sarıgül
[email protected]

Şu dinin yakasından düşelim artık……..  Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

02 Ağustos 2022 08:03

 

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

Yorumlar (0)

Kalan karakter : 450
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!

Yazarın Diğer Yazıları

  “ Barışılsa ne olur, barışılmasa ne olur?”
29 Ağustos 2022 08:03

LOZAN VE KÜRTLER
26 Temmuz 2022 08:03

“Ne kadar açık fikirli ve zeki olursanız olun, Otoriterlik daima çevrenizden dolanacak bir yol bulur”
13 Temmuz 2022 08:03

Niye bu haldeyiz anlaşılmıyor mu?
08 Temmuz 2022 08:03

“Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.”
01 Haziran 2022 08:03

Irkçılık, insanların her zaman kolayca kapılabildiği sinsi bir marazdır
29 Nisan 2022 08:03

O halde; ümmet mi, ulus mu, yoksa gerçek mi?
21 Şubat 2022 08:03

İslam, doğrunun genel adı değil miydi?!
07 Şubat 2022 08:03

“ …………. İster bilinen anlamıyla faiz yiyelim, isterse sözde yemeyelim…”
20 Aralık 2021 08:03

On ülkenin büyük elçileri istenmeyen adam ilan edilecekmiş.
25 Ekim 2021 08:03

Müctehidlerden her biri diğeri gibidir.
18 Ağustos 2021 08:03

Kuran’ı (meal) okurken yine bir ayete takıldım…
31 Temmuz 2021 08:03

Kalabalıkların görüşlerini yok saymayın
13 Haziran 2021 08:03

Gergerlioğlu, Türkiye’ nin en önde gelen insan hakları savunucusudur.
26 Şubat 2021 08:03

“Sence dünyada İslami bir devlet var mı?”
07 Ocak 2021 08:03

Eğri adam
28 Aralık 2020 08:03

İyiler, kendilerine ‘ücret kölesi’ derler diye korkarlar.
22 Aralık 2020 08:03

Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan'dan Erdoğan'a 'Kürt sorunu yoktur' yanıtı:
02 Aralık 2020 08:03

“Bilim” adamı olmak…!
06 Ekim 2020 08:03

Yeni Gözaltı ve Operasyonlar Kürt Sorununu Daha da çözülmez kılıyor
25 Eylul 2020 08:03

Devlet
24 Ağustos 2020 08:03

Ezilenden yana “ taraf “ olmak
16 Ağustos 2020 08:03

İslam yani biz Müslümanlar
03 Ağustos 2020 08:03

Ali Erbaş ve Kemalistler
27 Temmuz 2020 08:03

AKP Neden kaybetti?
23 Temmuz 2020 08:03

Baro yürüyüşleri bir hak-hukuk mücadelesi mi, yoksa bir iktidar kavgası mı?
01 Temmuz 2020 08:03

Anayasal haklarımız
24 Haziran 2020 08:03

DİL VE ASİMİLASYON
16 Haziran 2020 08:03

Körleşme……….
12 Haziran 2020 08:03

İslam ekonomisi diye bir şey var mıdır?
31 Mayıs 2020 08:03

Akit gazetesi
24 Mayıs 2020 08:03

Üç Yol...
17 Mayıs 2020 08:03

Babacan ve arkadaşları partilerini (DEVA) kurdular.
16 Mart 2020 08:03

Bakıyorum Kemalistler iyice havaya girmişler...
29 Şubat 2020 08:03

BARIŞTA YAŞAMAK
17 Şubat 2020 08:03

Ak Parti, nasıl oluyor da 18 yıldır tek başına hala iktidarda?
01 Şubat 2020 08:03

“İran la uğraşanlar Allah’tan buluyor, bulacakta...!”
13 Ocak 2020 08:03

Önce demokrasi ve insan hakları
05 Ocak 2020 08:03

İşte demokrasi böyle bir şey:
04 Ocak 2020 08:03

Sahi Demirtaş niye içeride?
14 Aralık 2019 08:03

? Bir kişi aynı anda iki efendiye hizmet edemez..!?
02 Aralık 2019 08:03

Kadına şiddet
26 Kasım 2019 08:03

Allah sonumuzu hayır ede?.
25 Ekim 2019 08:03

ADALET
14 Ekim 2019 08:03

Hak hukuk adalet herkese lazım
25 Eylul 2019 08:03

18 yıldır aynı tarz...
16 Eylul 2019 08:03

Yine gündemde idam var...
02 Eylul 2019 08:03

Herkesin kendi dilinde yazması, çizmesi ve okuması doğal haktır.
28 Ağustos 2019 08:03

? Efendinin köleleri ? Olmaktan kurtulamadık
14 Ağustos 2019 08:03

AYM ÜYELERİNİ TEBRİK EDİYORUM
04 Ağustos 2019 08:03

Yıl 1986.
16 Temmuz 2019 08:03

Devlet Bahçeli:
22 Haziran 2019 08:03

?ÖZGÜRLEŞME?!!!
27 Mayıs 2019 08:03

? Demokrasi ile diktatörlük arasındaki farkı gösteren somut bir hikaye. ?
21 Mayıs 2019 08:03

Say, olmadı yine say...
15 Nisan 2019 08:03

Neden Tarım da dışa bağımlı kaldık..?
04 Nisan 2019 08:03

Hukuk ile değil de, duygusallık ve tarafgirlik ile meselelere baktığımız sürece asla iflah olmayız.
14 Mart 2019 08:03

Ortada ne hukuk bıraktınız ne de namus..!
04 Mart 2019 08:03

Riyakarlık ve zulüm
04 Şubat 2019 08:03

Anlamak mümkün değil
29 Ocak 2019 08:03

BARİ ŞİMDİ HEP BERABER DUA EDELİM Kİ?. ALLAH BİZLERİ BİR AN ÖNCE İKTİDARDAN UZAK TUTSUN..!
25 Ocak 2019 08:03

?...müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün...?
10 Ocak 2019 08:03

FARKINDA MIYIZ?
26 Aralık 2018 08:03

Kadının beyanı esasmış...
03 Aralık 2018 08:03

?Hukuk ve demokrasi yoksa adalet de olamaz.?
25 Kasım 2018 08:03

Bize hak ve hukuk lazım
10 Kasım 2018 08:03

Ahlakın asgari ilkeleri
30 Ekim 2018 08:03

Bir diktatörlükte yaşıyorsanız; Doğuştan aktör olmayı da bilmek zorundasınız..!
24 Ekim 2018 08:03

Akıl ve din ilişkisini nasıl kurmak gerekir?
22 Ekim 2018 08:03

Yargıçlarımız?
15 Ekim 2018 08:03

Ölmüşüz ağla yanımız yok
01 Ekim 2018 08:03

Sizinki ciğer de bunlarınki taş mı? Sizinki evlat da bunlarınki enik mi?
01 Eylul 2018 08:03

Söylenecek söz belli de ?.
28 Ağustos 2018 08:03

İddia şu; papaz Brunson, güya FETÖ ve PKK adına casusluk yapmış.
27 Ağustos 2018 08:03

AHLAK VE KURAL
14 Ağustos 2018 08:03

Kime ne diyelim?
03 Ağustos 2018 08:03

Sahi tencere, tencereye ne demişti?!
26 Temmuz 2018 08:03

Sizce başka soruya gerek var mı?
18 Temmuz 2018 08:03

?Biz hiçbir zaman demokrasiyi tasvip etmedik.?
20 Haziran 2018 08:03

Başbakan ? Benim de geçmişim Kürt.?
10 Haziran 2018 08:03

Peki, nerede kaldı; Adalet,?
31 Mayıs 2018 08:03

Kim ne yapsın böyle başkanlığı?
25 Mayıs 2018 08:03

Yalan söylemeyeceğiz
11 Mayıs 2018 08:03

Hadi İbrahim Kalın?ı geçtik, peki, ya Genel Kurmay Başkanı?
04 Mayıs 2018 08:03

Ben oyumu demokrasiye, insan haklarına ve hukuk devletine vereceğim
20 Nisan 2018 08:03

Her türlü yanlış olanla mücadele edelim
13 Nisan 2018 08:03

İşte bazı toplumsal özelliklerimiz:
06 Nisan 2018 08:03

Belli ki sorunumuz ahlaki ve çok derin
30 Mart 2018 08:03

Afrini konuşamıyoruz bile...
16 Mart 2018 08:03

ERKEKLERDE İNSAN SAYILSIN
09 Mart 2018 08:03

Körlük ve akıl tutulması
02 Mart 2018 08:03

İstisnalar ve ahi ret
16 Şubat 2018 08:03

?Dünya Adalet Projesi?? 2018 yılı HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ RAPORU?NU açıkladı.
01 Şubat 2018 08:03

Doğru olmak
26 Ocak 2018 08:03

Hepsi yalan mı idi?
19 Ocak 2018 08:03

?Bir Türk bizim partide genel başkan olmasın? demek doğru değil.
12 Ocak 2018 08:03

Din-i Mubin? Yani apaçık olan din.
05 Ocak 2018 08:03

Faizde, oranlarında, en yüksek oran İslam ülkelerinde
29 Aralık 2017 08:03

'El-Beşir?e Destek İnsanlığa Mı Müslümanlığa Mı Sığıyor?
22 Aralık 2017 08:03

Her şeye rağmen Türkiye oradan bin kat daha iyi!
18 Aralık 2017 08:03

?varlık kaçırmak vatana ihanettir?
09 Aralık 2017 08:03

Hukuk olsaydı
01 Aralık 2017 08:03

İçimiz hain dolu
28 Kasım 2017 08:03

İslam, bireyi eşit, özgür hatta otonom kabul eder
10 Kasım 2017 08:03

Kim haksızsa Allah ıslah etsin!..
22 Ekim 2017 08:03

HERKES AYAĞINI DENK ALSIN
06 Ekim 2017 08:03

CUMHURBAŞKANIM PİŞMANIM
29 Eylul 2017 08:03

Hey gidi günler...
22 Eylul 2017 08:03

Tüm Yazılar