ALTIN
 2.435,65
DOLAR
 32,4643
STERLİN
40,9284
EURO
 34,9297

 

 

               Gerçek şu ki Kerbela’da katledilen Hz. Hüseyin’in bedeni değildi. Onda simgeleşen İslam’ın ta kendisiydi. İslam, o gün orada aslında 73 kez katledildi. 73 şehidin biri Hüseyin’di, diğerleri ise onun en yakını olan kardeşleri, çocukları, kuzenleri ve yol arkadaşlarıydı. Her birinin şahsında İslam bir defa daha katledilmiş oldu.

 

Peki, neydi İslam?  Neden katledildi?

 

Emeviler Kerbela şehitlerinin şahsında İslam’ı katletmeyi neden çok istediler?

Oysa onlar da İslam’a iman ettiklerini iddia ediyorlardı.

                  Ne var ki onlar tarihe İslam peygamberi Hz. Muhammed’in en yakınlarını katledenler olarak geçse de bizce onlar doğrudan doğruya dinin kendisini öldürdüler.

Bunu anlayabilmek için İslam’ın, üzerine kurulu olduğu beş ilkeyi iyi bilmek gerek.

Evet; İslam beş ilke üzerine kurulmuştur. Biz buna İslam’ın beş şartı diyoruz.

Apaçık Kur’an ayetleriyle sabittir ki; ilk şart adalettir.

İkincisi emanettir.

Üçüncüsü ehliyet, dördüncüsü maslahat, beşincisi ise meşverettir.

Ne oldu?

Şaşırdınız mı?

Yoksa siz namaz, oruç, hac gibi ritüellerden mi bahsedeceğimi sanmıştınız?

Hayır, hayır!

Onlar İslam’ın şartı değildir.

Şart öyle birşeydir ki o olmazsa onun temsil ettiği sistem de olmaz.

Adalet olmadan İslam olur mu?

Emanete sadakat olmadan İslam olur mu?

İşi ehline vermeden yani ehliyet olmadan İslam olur mu?

Bir şahsın yahut bir grubun değil halkın yararını esas almadan yani maslahat olmadan İslam olur mu?

                Danışma, fikir alışverişi, düşünce özgürlüğü ve şurayı ikame etmeden yani meşveret olmadan İslam olur mu?

Dediler ki bunlar olmadan da İslam olur.

Yeter ki namaz kıl ama Muaviye’nin, Yezid’in adaletsizliğine itiraz etme!

              Yeter ki oruç tut ama açın, yoksulun halini sorma! Devlet erkanının lüks ve şatafat içinde yaşamasını dert etme!

                  Yeter ki hacca git ve Kabe’yi tavaf et ama farklı düşünüyor, farklı inanıyor diye zalim iktidarlar tarafından hapse atılıp şehit edilen İmamı Azam Ebu Hanife’leri, çöle sürgün edilip ölüme terk edilen Ebu Zer Gıfari’leri, kılıçla boynu kesilen Hucr bin Adiyy’leri sakın gündeme getirip de fitne çıkarma!

Evet; böyle dediler.

                 Allah’tan başkasına kul olmamayı ve gerekirse zalim sultana karşı kıyam etmeyi öğreten mukaddes namaz ibadetini yozlaştırıp onu neredeyse iktidar sahiplerine itaat etme ritüeline dönüştürdüler.

Aynı tahribatı oruçta, hacda da gerçekleştirdiler.

   Allah, ihtiyaçtan fazla olanı yoksullara verin dediği halde zekatı kırkta bire indirdiler.

İnfakı unutturdular.

               Saraylar yaptılar. Servetlerine servet kattılar. Ezdiler, sömürdüler, yoksulun ve geniş halk yığınlarının iliğini emdiler. Kendileri sözde dünya nimetlerinden alabildiğince yararlandılar da yoksul müminler içinse sadece öbür dünyada cennet hayalini bıraktılar.

Hesap vermediler. Hesabı ahirete havale ettiler.

               Sonuçta Muhammedî İslam’ı yerle yeksan edip yeni bir din ürettiler. Ürettikleri din, aslında İslam öncesi şirk dininin İslam maskesi giydirilmiş halinden ibaretti.

CEMİL KILIÇ

İLAHİYATÇI YAZAR

********************

"DEVLET NASIL BİTER VE ÇÖKER"

(Neme lazımcılar iyi okuyun.)

 

Kanuni Sultan Süleyman’ın kafasına takılan ve onu yoran bir soru vardı:

                 Çok güçlü bir duruma getirdiği Osmanlı Devleti’nin akıbetini hayâl eder, günün birinde “Osman oğulları da inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?” Diye..

Bu sorunun cevabını almak için dönemin ünlü Türk âlimi Yahya Efendi’ye Sadrazamını gönderir.

Sadrazam gitti, sordu ve döndü.

Kanuni; “ne dedi?” Diye sorduğunda sadrazam cevabı söyler;

“Neme lazım dendiği zaman..!”

Kanuni, “Başka bir şey söylemedi mi?”

“Hayır efendim. Bir tek cümle söyledi.”

Bu cevabı uzun bir süre düşünen Kanuni, sonunda ünlü alime mektup yazar, bunun ne anlama geldiğinin açıklanmasını ister. “Çeşitli yorumlar yapıyorum, ama doğrusu nedir, onu ancak siz söylersiniz” der.

Ve ünlü alim Yahya Efendi de bir mektup yazıp, Kanuni’ye gönderir.

(Bu mektup günümüzde Topkapı Sarayında sergilenmektedir.)

Mektup şöyle;

“Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık, hukuksuzluk ve yolsuzluk sıradan bir hale gelirse, işitenler de “neme lazım” deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yerse…

Bilenler bunu söylemeyip susarsa ve gizlerse.

Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkar, bunu da taşlardan başkası işitmezse...

İşte o zaman devletin sonu görünür.

Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır. Halkın güven ve itimatı sarsılır. Asayişe itaat hissi kaybolur. Halkın umutları yok olur, böylece devletin yıkılması mukadder ve kaçınılmaz hale gelir..”

NOT: Bu mektup, 500 sene önce yazılmış ve Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir.

“Devlet nasıl biter ve çöker?”....!!!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.