ALTIN
 2.439,70
DOLAR
 32,4504
STERLİN
40,7959
EURO
 34,8290

 

 

            Tarihin ilk çağlarından başlayarak, ilkel-komün al toplumdan sonra gelen toplum sistemlerinde çalışanlar ile çalıştıranlar arasında sorunlar ve çekişmeler hep olageldi.

            Köleci sistemde köle sahibi ile köleler, feodal toplumda toprak sahibi ile yanında çalışan köylüler, kapitalist toplumda işçi ile işveren arasında, birinin daha çok kazanmasının diğerinin kazancının düşmesi olan, uzlaşmaz çelişkiden kaynaklı çekişme her zaman vardı. Bu çekişmeler, dönemine göre çeşitli örgütlenmeleri de beraberinde getirdi.

              Köleci toplum sisteminde, özellikle Çin Seddi, Mısır Piramitleri gibi uzun yıllar süren yapıların inşaatında, taş işçileri ve ustaları ile yönetenler arasında zaman zaman gerginlikler yaşanmış ise de yönetenlerin aldıkları sert tedbirlerden dolayı, bu inşaatlar binlerce insanın ölümü pahasına yapılmıştır.

            Yine feodal toplumda, toprakların mülkiyetini elinde bulunduran toprak sahipleri ile toprakları işleyen köylüler arasında, ürün paylaşımında yaşanan sert çekişmelere rağmen, erki elinde bulunduran toprak sahipleri, aldırdıkları sert tedbirlerle köylülerin ürettikleri ürünlere el koymaya devam etmişlerdir.

            Görüldüğü gibi, aslında ürün değişimine veya birlikte üretip birlikte tüketmeye dayanan ilkel-komün al toplumun ardından gelen köleci sistemde, işgücüne ihtiyaç duyulan insanları tamamen, feodalizm ile kapitalizmde ise emekleri ile ürettiklerini sahiplenmeye dayanan toplumsal sistemlerde, çalışanlar ile çalıştıranlar arasındaki ilişkilerde çekişmeler sürekli vardı.

            Bu nedenle, sanayi toplumu öncesi yani feodal toplum döneminde, zanaatkar esnafın yanında çalışan kalfalar, yoğun baskı karşısında “kalfa birlikleri” veya “arkadaş birlikleri” oluşturmuşlardı. Sanayi toplumunun gelişmesiyle değişime uğrayan üretim biçiminde işçi/işveren ayırımı ortaya çıktı ve bu birlikler, sınıflar arası mücadele aracı olarak işçilerin hak alma örgütleri sendikaların örnek aldıkları örgütlenmeler oldular.

             1600’li yılların ikinci yarısından itibaren, buhar enerjisinden faydalanmaya başlanmasıyla, 1700’lü yıllarda sanayi devrimi ortaya çıktı ve İngiltere’den başlayarak hızla dünyaya yayıldı. Böylece buhar enerjisiyle çalışan makineler üretimde kullanılmaya başlandı.

             Sanayideki makineleşmenin getirdiği dönüşüm, Kapitalist Üretim Sistemi’ne geçişi sağladı. Bu geçişten itibaren, üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutan burjuvazinin, makineleri kullanarak üretim yapan işçileri insan sağlığına uygun olmayan iş yerlerinde, ağır çalışma koşulları altında, uzun süre, düşük ücretle çalıştırmaları işçiler arasında hoşnutsuzluğa yol açıyordu.

            Buna ek olarak, makineleşmeyle birlikte artık kalabalıklar halinde bir arada çalışmak durumunda olan işçiler arasında kıpırdanmalar başladı. Bu kıpırdamanın etkisiyle, ilk etapta işyeri ölçeğinde dayanışma sandıkları şeklinde örgütlenmeler ortaya çıktı.

              Yine aynı dönemde, farklı sanayi dallarında sanayileşmenin etkisiyle sanayinin yoğunlaştığı kentler oluştu ve bu kentler, sanayide çalışmak üzere köylerden göçen insanlarla kalabalıklaştı. Dolayısıyla aynı kentte pek çok farklı işyerinde çalışan işçiler, bir araya geliyor ve sorunlarını tartışıp çözüm yolları bulmaya çalışıyorlardı.

              Yani işçiler arası dayanışma, tek tek işyerlerinin dışına taştı ve giderek işçi sınıfı bilinci kazanan işçilerin, işverenlere karşı ortak örgütlenmeye gitmelerine zemin hazırladı.

              Öte yandan, Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan yoğun fabrikalaşmadan dolayı, eski dönemden gelen atölye tipi küçük üretim birimleri fabrikaların ucuz maliyetleri karşısında tutunamadı. Atölyeler tasfiye olurken, buralarda çalışan usta, kalfa ve çıraklar fabrikalarda çalışmaya başlamak zorunda kaldılar.

              Yeni üretim sisteminin fabrika biçiminde yapılanması, üretimin birbirini tamamlayan ve sonuçta kullanılabilir mamul mal haline gelmesini sağlayan parçalarının her birinin fabrikanın ayrı birimlerinde ya da farklı fabrikalarda üretilmesine dayanıyordu.

              Fabrika sistemi işçi-işveren ilişkilerini ortaya çıkarırken, eski lonca sistemindeki bireysel ilişkinin yerini işçi ile işveren arasındaki katı ilişki biçimi aldı. Bir başka deyişle, işveren ile işçi arasında şahsi olmayan daha katı ve uzlaşmaz bir ilişki vardı artık. Bu yeni sistemde işçi, sermayedar/işveren karşısında tek başına hemen hemen bir hiçti. Tek başına üretimi etkileme şansı olmayan işçinin bir güç olması ve haklarını koruyabilmesi mümkün değildi. Bunu gören işçiler ancak bir araya gelip güçlerini birleştirdiklerinde işverenlere karşı ayakta kalabilecekleri ve haklarını alabilecekleri bilincine ulaştılar.

            Bir yandan işçilerin bu gerçeğin bilincine varmaları, diğer yandan sanayi devrimi öncesi dönemin örgütlenme biçimi olan, yukarıda bahsi edilen kalfa veya arkadaş birlikleri geleneğinden gelerek fabrikalarda çalışanların da geçmiş deneyimlerini aktarmaları neticesi, ilk etapta yardımlaşma sandık, dernek ve kooperatiflerinin kurulmasını sağladı.

             Bunlar nihai çözüm olmasa da işçilerin arayış içinde olmalarını ve harekete geçmelerini sağlayan örgütlenme biçimleriydi. Sandık, dernek ve kooperatif tipi örgütlenmeler ile başlayan örgütlenme, daha sonra henüz yasal düzenlemesi yapılmadığından hukuken varlıkları kabul edilmeyen sendikalar biçiminde fiilen ortaya çıktılar.

            Bugünkü sendikalara benzer ilk sendikal örgütlenmeler, 1700’lü yılların başında İngiltere’de ortaya çıktı. Genelde meslek sendikaları biçiminde olan bu yapıların kurulduğu bütün ülkelerde ilk yıllarda, işverenler, hükümetler ile resmî kurumlar uzun süre, işçi sınıfının bu yeni örgütlenme biçimini engellemek için yoğun çaba harcayıp baskılar uyguladılar.

             Yaklaşık yüz yıl süren bu baskı ve engelleme politikasına rağmen, işçi sınıfı ağır bedeller ödeme pahasına, yasal anlamda sendikal öğütlenme hakkı elde etmek için mücadele etti. Elbette, özellikle ilk yıllarda sendikalar, yasal düzenlemenin yapılmamasında dolayı illegal çalışmak zorunda kaldılar.

             Yeni süreç, çalışanı çalıştıranın malı gören ve ona bağımlı kılan eski üretim ilişkisinden farklı bir ilişkiyi ortaya çıkarmıştı ve çalışan artık çalışma saatleri dışındaki zamanında çalıştırana bağımlı değildi.

               Dolayısıyla bu yeni üretim biçiminde, sanayide çalışan, çalışma sahası dışında işverenden bağımsız bir şekilde aldığı ücretle kendisinin ve ailesinin yaşamını idame ettirmeye çalışan, gün geçtikçe de işçi olduğunun bilincine ve kötü çalışma ile yaşam koşullarına karşı bir araya gelmeleri gerektiğinin farkına varan bireylerden oluşan bir işçi sınıfı vardı.

            Bu dönemde ikili bir mücadeleyi önüne koyan işçi sınıfı, bir yanda işyerlerindeki sağlıksız çalışma ortamlarında uzun çalışma süresi, kötü beslenme koşullarında, düşük ücretle çalıştırılmaya karşı mücadele ederken, diğer yandan taleplerini işverenlere kabul ettirmenin aracı sendikaların yasal zemine oturmasını sağlamak üzere, gerekli kanun düzenlemesinin yapılması için devleti zorlayan mücadelelere başvuruyordu.

             Zira birçok işçiyi temsil eden sendikaların, temsil ettikleri işçilerin daha insani çalışma ve yaşam koşullarına sahip olmalarını sağlaması, ancak taleplerini kabul ettirecekleri yasal mekanizmanın sağlanması ile mümkündü.

           İlk sendikalar kanunu, çalışmaların başlamasının üzerinden 100 yılı aşkın bir süre sonra 1820 yılında İngiltere’de yürürlüğe girdi.

             İlk sendikaların önemli bir bölümü meslek esaslıydı ve her sendika belirli bir meslekten işçileri bünyesinde barındırıyordu. Öylesine katı bir meslek örgütlenmesi vardı ki, vasıfsız işçiler bu sendikalara üye olamıyorlardı. Kuşkusuz sendikaların bu yapısı, başta işyeri özelinde oradan, ülke ve dünya genelinde ortak mücadelenin önünde engel teşkil ediyordu.

             Nitekim 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren bu tip sendikal örgütlenmenin ihtiyaca cevap vermediği görüldü ve meslek esaslı sendikaların yanı sıra, işçinin genelini bünyesinde barındıran sendikalar kurulmaya başlandı. Böylece, vasıflı ve vasıfsız ayrımsız tüm işçilerin birlikte örgütlenmelerinin önü açıldı.

             Ancak ilk başlarda bunda başarılı olunamadı. Zira vasıfsız işçiler sendikalarda örgütlenme hususunda çekimser kaldılar. Bu nedenle işçilerin yaygın bir şekilde sendikalarda birlikte örgütlenmeleri ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru mümkün olabildi.

               Sendikaların ortaya çıkışı, tarihsel gelişimi ve toplumsal rollerine dair bu yazı, seri halinde devam edecek. Bir dahaki bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın, sağlıkla kalın!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.