ALTIN
 2.439,70
DOLAR
 32,4504
STERLİN
40,7959
EURO
 34,8290

 

 

            Direngen bir ruhla doğmuş Pütürge’nin Hüssük uşağı köyünde. Öğretmenlik yılları karanlığa karşı mücadele içinde geçmiş. Sürmüşler, sürülmüş ve asla boyun eğmemiş. Çeşitli dönemler cezaevlerine atmışlar, yine de bildiğinden geri kalmamış, görevinden edilmiş, kırk yıllık kesik hizmetlerden dolayı ancak yirmi beş yıl üzeri hizmetle emekli edilmiş!

            Yolu Yahya Demirel’in hayali ihracat yolsuzluğu ile kesişmiş ve Yahya Demirel suçlu bulununca yüklü bir tazminat ödemiş. Bu parayla o günün şartlarında biraz da katarak bir apartman dikmiş ve adına “ Tazminat apartmanı “ adını vermiş! O apartman Malatya’nın özalper mahallesinde hala ayaktadır!

             Sonra Engin Civan, Emlak bankası meselesinde hâkim karşısına çıkınca Hasan Basri Aydın mahkeme salonundadır ve el kaldırıp davacı olduğunu söyler hâkime!

             Gerekçe bellidir “ emlak bank devletin bankasıdır ve ben de atmış beş milyonluk ülkede bir vatandaşım, davacıyım, hakkımı istiyorum “ der!

Yüz yıla yaklaşan ömürde daha neler yok ki?

             “ Tanrı’ya mektuplar “ diye bir kitabı var ve hala Tanrı’dan gelmeyen yanıta yanıyor ve o yanıt vermeden teslim olmayacak gibi!

Hüssük uşağının en zirvesinde ki evinde ağırladı bizi!

              Karşıda ulu baba dağı ve ardı Mezopotamya’ya uzanan bir yolculuk..! Uzun, uzun bakıyor, tıpkı gelecek Tanrı’yı bekleyen Nemrut dağının kral heykelleri gibi!

Öğrencileri ona da bir büst yapmışlar ve o her sabah güneşin doğuşuna şahitlik ediyor!

Şimdi pandemiden dolayı ertelenen iki yıl üstü bir cezası var!

              Kısmet olurda pandemi biterse demas hastası olan ve artık yardımla yürüyen bu tarihi onur abidesini cezaevine atacaklar!

                Çünkü adli tıp raporları çelişkiliymiş! Birisi cezaevinde yapamaz diye rapor verirken, diğeri bal gibi yatar demiş! ( ailesinin beyanı )

             Sonra ayrılıyoruz bu yürekli insandan! Konuşamıyor ve zar zor söylediği bir söz çıkıyor ağızdan “ yolumdan ayrılmayın” diyor öğrencilerine!

Ayrılıyoruz, şiro çayının Karakaya barajına kol uzattığı yerde ve iki dağın arasına mavi bir çizgi çeken Karakaya barajını tepeden, tırnağa geçerek..!

************

BU İŞTEN BİR ŞEY ÇIKMAZ BOŞUNA HEVESLENMEYİN

 

Sedat Peker mevziyi yavaş yavaş mesaj verdiği adrese çekti!

              Oysa başta Sedat’ı dinleselerdi ve isimleri geçenleri ayıklasalardı böyle olmazdı, demek ki insan Zafer sarhoşu olunca verilen mesajı da okuyamıyor!

              Eski AKP li Turan ÇÖMEZ, Londra’dan bağlanıyor ve bu işlerin on, on beş yıl önceki hallerini belgeleriyle anlatıyor, üstelik o dönemin Başbakan yardımcısı Abdullah Güle belgeleri verdiği halde!

Yani o dönemde bir şey olmamışsa şimdi hiç olmaz; bana da dış güçlerin bir operasyonu gibi geliyor ve sanırım bu dış güçler durmayacak!!

            Sonra bir sürü “ siyasetçiyim “ diyen çıkmış; “ savcılar nerdesiniz” diyerek kaf dağının ardına sesleniyor!

             Yahu bırakın savcıların işi gücü var ve sizler gibi iyi okurlarımdır; Hasan ŞAHİN ne yazdı, ne yazacak diye sabırsızlıkla bekliyorlar!

            Yani hangi manda ciğeri yemiş savcı çıkıp “‘yahu memleket resmen gitmişte haberimiz yok” diyerek kolları sıvayacak?

          Yani ülkenin çok sevdiğim ve gerçekten dünyanın hiç bir yerinde bulamayacağım güzel insanları!

O kadar saf ve temizsiniz ki, size kucak dolusu Pazar selamları iletiyorum!

Kafanızı bu gibi boş işlere yormayın!

           Bakın tam mevsimi, tarhana, bulgur kurutun, salça turşu işini hal edin, uzmanlar sert bir kış geliyor “ diye uyarıyorlar, donun ipini sağlama alın ve iki kat giyinin!

             Gerisi hikâye, ne senin, ne de benim cebimden bir tek kuruş rüşvet çıkmadı, girmedi de!

Kim kime yedirmişse şimdi kusturup biri birlerini yalamak istiyorlar; tıpkı sırtlan ve yavruları gibi!

Değil mi benim canım Ökkeşim?

*************

Dağları tercih etmemin itirazsız bir gerçeği var;

 

              Kubbe dağının zirvesine vardığımızda uzayıp giden vahşi bir coğrafyanın bütün gerçekleri gözlerinizin kıyısına düşüyor!

             En uzak uçta Nemrut dağının bir boşlukta el kaldırır gibi selamını alıyorsunuz. O dağ hala Tanrı’larını bekleyen krallara ev sahipliği yapıyor ve güneşe en güzel yerden bakarak!

Vahşi dağların eteklerine mezralar, evler serpiştirilmiş ve insanlar geçmişte en ağır koşullarda buralar da yaşama tutunmuşlar!

              Dağları tercih etmenin itirazsız bir gerçeği var; can telaşı ve bir coğrafyada bitmeyen bir insan kıyımının dağlara sığınarak canını kurtarması ve belki de dağlar Tanrı’ya yakındır diye!

            İşte o nedenledir ki yöre insanı özellikle İstanbul’u mesken tutunca ekonomik olarak ta bir şeyler kazananı olmuş ve hatırı sayılır iş insanları da çıkmış!

            Fakirliğin en derin halini zamanında yaşayan bu insanlar her subaşına evler yapmışlar ve birde mutlaka bir cami yapılmış ancak yeterli cemaat var mı hiç sanmıyorum!

            Hatta Karakaya barajı yol güzergâhında gördüğümüz ve etrafında hiç yerleşim birimi olmayan bir cami, bize “ buraya sonradan bir köy taşıyacaklar galiba “ dedirtti!

Hasan Basri AYDIN ziyaretimiz ailenin sıcak ilgisi ile ne de çabuk bitti!

             Tarihi mekânlara ve kişiliklere merakı olan Fikri Demirtaş hocamın yüzünde bu anın mutluluğu vardı!

Adil AKTAŞ dostum bağlama çalarak herkesi mest etti ve ara sıra bende eşlik ettim!

Türkülerimiz bir dağın zirvesinden, karşı dağın ardına kadar uzayıp gitti!

                    Yüz yıllık bir ömrün tüm eğilmez dağları Hasan Basri Aydın’a karşıdan selama durmuş adeta ve o bir an olsun gözünü o dağlardan ayırmıyor!

Demiştim ya mektup yazdığı Tanrı’ya “ nerdesin “ der gibi!

             Her güzel ayrılığın bir hüznü olur! Herkes anılarını anlattı ve kiminin boğazı düğümlendi bu ulu çınarın baş eğmez anısına!

Yol boyu Karakaya barajının hırçın dağlar arasında ki mavi güzelliğine kapıldık!

El, ele, kol, kola vermiş direngen meşe ağaçları!

İnadına, inadına yaşadıkları toprağa sarılmışlar ve bir başka güzellik!

En güzel günlerimden biriydi. Tarihe ve insana dair iyi bir ders..!

*************

……AKP NİN RENGİ

 

            İki bin on yılıydı. AKP iktidarı artık yavaş, yavaş rengini belli ediyordu! Bu ülkenin en öteki kodlarından gelen ben, bu işin buralara varacağını bal gibi biliyordum ve defalarca da yazdım!

             Mesela kanka oldukları Gülen hareketi devletin eğitim kurumlarına öyle çökmüştü ki, bırakın buradan söküp atmayı, oradan referans almadan alfabenin ilk harfini bile okuma şansınız yoktu!

Ticarette de öyleydi ve kendi yandaşları kısa sürede büyük paralarla buluşuyordu, diğerlerini aradan çıkarmak çok kolay bir işti, bu aralardan çıkarılanlardan biri de bendim!

               Bal sektöründe ciddi bir isimken ambargo uygulayarak beni iflasa sürüklediler ve artık piyasada yoktum!

Neyse bana ait olan uzun hikâye ve kimse de pek bilmez!

             Ortada büyük paralar dönüyordu, ilkokul terk bir adam, ülkenin bütçesi kadar servete sahipti!

El, etek öpme kuyrukları sonra Amerika’ya kadar uzandı!

              Sonra bir kalkışma hareketi ve kopan ipin elinde kaldığı mevcut hükümetin darbeden beter uygulamaları!

              Her darbe girişimi ve sonrası olduğu gibi bu seferde nasibini alan kesim belliydi ve üstelik bunların dostluğu ile hiç alakaları olmadığı halde!

Mahkeme kapısına düşmeyen kalmadı ve sizi iki örgütten birine iliştirmekten daha kolayı yoktu!

Sonuç?

              Yurt dışı yasakları, denetimli kontroller, ceza evine atılmalar ve kısacası kendileri hariç, herkesin açık, ya da kapalı bir cezaevi hayatı yaşadığı bir ülke..!

               Bir kâffede oturmuştum. İflas ettiğim yıldı. Kafam bu enkazdan kurtulmanın yolunu arıyordu!

Kaleminize gelen iğrenç teklifleri red etmiştim, üstelik bunu tanımadığım insanlar yapıyordu!

Kısa sürede refaha erecektim, falan..!

            Elde, avuçta ne varsa satıp, bir gömlek, bir ceket kaldım! Olsun, rahattım ve kendimizce yeniden emekle yola koyulduk!

              Masama ben yaşlarda, saçlarının uçlarına aklar düşmüş ve yüzü bütün kaygıların birleştiği bir tedirginlikte biri yaklaştı! Sürekli etrafını kontrol ederek sağa, sola dönmesi bir can telaşı içinde olduğunun göstergesiydi!

Kendini tanıttı, İran’dan rejimden kaçan bir profesör!

Can güvenliğinin olmadığını söyledi ve bulurlarsa olduğu yerde öldürürlermiş!

              “ Sizde de bizim gibi geldiler ve işin içinde din, iman olunca kimse itiraz etme cesaretinde bulunamadı ve geldiklerinde artık geçti, şimdi sesi çıkan ya idam sehpasında, ya cezaevinde, ya da benim gibi canını kurtarma telaşında” diyerek üçüncü çaya teşekkür ederek kalktı!

Bir daha karşılaşmadık, umarım hayat istediği yöne tecelli etmiştir!

Evet, kendilerinin “ darbe var “ diyerek en son sesle bağırdıkları girişim yedi yıla yaklaşıyor!

               Bu ne biçim bitmez darbeymiş ki sıra festivale, şarkıya, türküye geldi ve bir yasaklar şehrinin lanetli ruhları gibiyiz!

Cezaevleri tıka, basa, dahası ortada geçim derdinde milyonlar ve yazdığın her harf kırk elden geçiyor, s

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.