ALTIN
 2.245,43
DOLAR
 32,1652
STERLİN
40,7273
EURO
 34,9060

 

 

Turan Çömez, Sedat Peker’i ziyarete gidiyor!

Bu ziyaretin öyle sıradan bir ziyaret olmadığını bilmek gerekir!

            Her ne kadar ziyaretle ilgili fazla ipucu vermese de torbayı kendine, ya da gönderenlere doldurarak geldiği belli! Yani torbaya konanlar, onun bir suikasta kurban gitmesi durumunda eldeki iddiaların muhafazası ile ilgili ve öyle anlaşılıyor!

Peker, öyle diğer mafya liderlerine göre sıradan biri değil!

             Zekice hareket ediyor ve olası bir suikastın artık işe yaramayacağının önlemini de aldı, alıyor ve bu nedenle bildiklerini emin ellere muhafaza ettiriyor. Bu son çömez ziyareti çok farklı boyutludur. Giderken öyle tek başına değil, partisinin de onayı ile gitmiştir. Şimdi bildiklerini kendi deyimiyle genel başkanına aktaracak.

               Akşener kendisine kurulacak bir kumpasa karşı bunları elde iyi bir karşı koz olarak piyasaya sürebilir. Böylesi bir durumda bir şey değişir mi? Pek sanmıyorum. Zaten Peker öyle iddialar ortaya attı ki bırakın hükümeti, devlet düşerdi!

             Ama yok! İddialarda adı geçenler hala iş başında ve tek bir soruşturma yok, toz bulutunun içinde yürüdüğü halde, kendisine tozun bulaşmadığını söylemek gibi bir şey!

Neden bir şey olmaz?

Devletleri ayakta tutan tek şey hukuktur, bağımsız yargıdır, adalettir!

            Bunları devletin içinden çektiğiniz zaman o devlet, başıboş bir çete devletine döner ve devletin değil, sokağın hükmü ve hukuku devreye girer!

              Kısacası Türkiye sancılarından arınmak zorundadır. Şiddetle bir bağırsak temizliğine ihtiyaç vardır.

Bu, özellikle gelecek nesiller için önemlidir!

                Devlet, yakasını mafya teşkilatlarından kurtarmalıdır. Bunun bedeli ne olursa olsun gözünü kırpmadan üstüne gitmelidir. Kim hangi kirli işe bulaşmışsa; ister siyasi, ister tüzel hesabını hukuk önünde vermelidir!

              Çalışmadan, emek vermeden bahsi geçen devasa para trafiği, siyaseti zapturapt altına alma ve daha neler, neler... Bu hesabı soracak babayiğit bir savcı var mı?

Ey Türkiye cumhuriyeti, var mı?

Ses ver!

Yoksa hepimiz düştüğümüz bu karanlık kuyuda sadece çırpınıp ölüm şarkıları söyleyeceğiz, bilesin!

***************

BU KADAR DA OLMAZ Kİ

 

            Acısıyla, hiç olmayan tatlısıyla bir ömür tükettiğim toprağı güzel ülkem; zaten hep dört mevsim yedi iklim havana, suyuna, toprağına âşıktım!

            İnsana aşkı bir türlü yakalayamadığım bu coğrafya da yine de kendime kızıyorum, buna dair hiç bir çabam olmadı diye!

             İnsanlar önce ekmek bulsun, güzel yaşasın diyerek on iki yaşamdan beri içinde olduğum bir serüvendi yaşamım. Devrimci olmayı seçmiştim, böyle bir tercih insaniydi ve ben hala elli yıl önce attığım o adımdayım. Bir devrim görmesem de çok devrimci gördüm; kimi kendi ülkem de, kimi dünyanın her hangi bir yerinde!

            Devrimci olanlar boyunlarını darağacına uzatacak kadar dik durdular. Hapis, işkence, hepsini gür sesleri ile boğdular.

             Bir de “ devrimcilik “ oynayanlar vardı. Sıcak sularda balık göçü gibi çoğalıp bir makam, mevkie ulaşmak için biri birinin sırtını ezerek geçenler!

                Sonra ömrünün baharında toprak altına giden nice değerlerin üzerin de kendilerini nasıl yaşatacaklarını da çok iyi becerdiler!

              Zengin oldular, mal, mülk sahibi oldular, kimi zaman bunun kavgasına da girdiler; parsanın büyük payı kendilerine düşsün diye!

             Eh, alışkanlık ya; rakı sofrasında en güzel türkü onların ağzından çıkıyordu, en keskin slogan ve gerekirse “ ruhları şad olsun “ diyerek kaldırılan sek kadeh!

               İşte böyle canım benim. Şimdi uslanmaz, arlanmaz bir dille çıktığım yolculukta mevsimin son çeyreğindeyim!

             Ülkemin taşı, toprağı hala güzel, hala dört mevsim, yedi iklim ve bunları görünce hala on iki yaşımdayım, hala aşka erken, umuda yolcuyum!

             Giderek kalabalığı büyüyen insan seli bir ülke de, insana dair korkunç savrulmalar var ve ben artık iyice dumura uğrayan insan algısından korkar oldum!

              İnsanların ayak diplerinde ezilmesin diye canını kurtarmaya çalışan kedi, köpek, karınca, kelebek... Hepsi önüne bakmadan yürüyen bir insan talihsizliğini yaşıyor!

              Evet, önüne bakmayan bir çağa denk geldik. Üstelik eli tüfekli bir çağ. Her dakika, her an böğrümüzde patlayan öfke!

Defolun!

             Artık bıkkınlık getirdiniz. İsminizin üzerine yazıldığı kılıca boyun uzatmanın ahlaksızlığı yetti artık!

Ne için?

Kim için?

Kıçınızın altına bir koltuk çekmek için!

Sonra sahte gülücüklerle yüzünüze selfi çekerek, insan suretine bürünmek için!

Eskiden bu kenti boydan boya dolaşır, güzel yüzlerle cemal cemale düşerdim!

             Zamanla yürüme alanım öylesine daraldı ki sadece evimin bulunduğu sokağa kadar düştü.

Şimdi sokakta batıyor. Evin içi ve balkonu.

Ora da sıkınca ver elini köy!

Hala bir dağ eteğinde, hala etrafı meşe ağaçları ve Ardıç ağaçları ile çevrili!

        Hala Abu zer dayı “ Aha “ diyor ve içimde dağlara çıkıp kuzu peşinde koşma arzusu...insandan uzak, börtü, böceğe yakın..!

********

Haso hakkına razı güzel çocuktur!

 

            Bir ara seçime gitmiştik. Seçimlerin önemini ve mutlaka oy kullanmamız gerektiğini vurgulayan Kemal Bey, sandığın başına gittiğinde baktı ki liste de ismi yok!

Eh, can sağ olsun kendisi yoksa vatandaş vardı ve vatandaş yine bildiğinden kalmadı, onu yüzde yirmi beşte tuttu.

             Sonra Allah’ın izni, HDP’ nin kuvvetiyle büyükşehir belediyelerini alınca, birden yürüyüşü değişti ve “ benim adım Kemal “ diye sayıklamaya başladı!

HDP belediyeleri kayımlar eliyle derdest edilince bizim ki bir tek laf etmedi; çünkü demokrasi önemliydi!!

               Bu işler böyledir; şimdi sıra kendilerine gelmiş, onlar bu hukuksuzluğa nasıl direneceklerini bilmiyorlar, “ yok, senindir, benimdir “ diyerek İmamoğlu’nu kendine çekmeye çalışıyorlar; o çocukta pamuk şekeri görmüş gibi şımarık davranışlar gösteriyor!

            Bu gidişle sanırım seçim günü geldiğinde adaylarını da unutmuş olacaklar ve “ hani aday” diyerek masanın altına üstüne bakacaklar ki yok!

Geriye ne kalır?

-Ne yapalım, adam bir kez daha kazandı!

Bu aralar Kemal’in işin içinden nasıl çıkacağına dair savrulmalar izliyoruz!

Asıyor, kesiyor ama nafile!

Meral Başbakanlığı kapmış görünüyor. Sonrası mı? Xweda mezine ( Allah büyüktür)!

Yani koltuk gider ve o makama da bir Karadenizli oturur!

             Benim için de hava hoş olur, çünkü Haso hep soğan, ekmek yedi, ikisini bir arada bulunca önce Allah’a, sonra devlete duasını eksik etmez. Üstelik ağzı soğan kokuyor diye topluma girip kimseyi de rahatsız etmez!

Haso hakkına razı güzel çocuktur!

              Bu sabah gelen doğalgaz, elektrik faturalarından devranı dönen eşine “ sabırlı olmasını ve devletimize zeval gelmesin diye dua etmesini söyleyince” karşı tarafın elindeki sıcak demlik üstüne döküldü!

Şimdi Haso yandı!

Ama bu sefer yüreğinden değil..!

***********

Mesele söylemek değil.

 

Söyleyen zaten ne dediğini biliyor. Asıl dinleyenin ne anladığı önemli!

Diyor ki “ biz iktidara geldiğimizden bu güne asgari ücreti otuz kat artırdık”

            Bunu söylerken daha önce bize söylediği “ ben ekonomistim” sözünden daha ötesi bir durum var!

Müthiş bir kitle uyutma uzmanlığı var!

Çünkü milyon sayılı kitle otuz kat artırılan asgari ücretle otuz kat fakirleştiğini bilmiyor!

            Üstelik bunu sokakta tartıştığın zaman her biri insan sarrafı (!) olan yurdum insanı “ gözüne, dizine dursun” diyerek bir de sana dikleniyor!

            Yurdum insanı Ekrem İmamoğlu’nun belediyeyi Altı yüze yakın azıllı teröriste teslim ettiğine de inanıyor!

            İşte yurdum insanının inancı ve imanı kuvvetli olduğu için yaşadığı tarım ülkesinde et, süt, domates yiyemiyor!

           Parası olup ta otuz liraya domates, iki yüz liraya et, dört yüz liraya baklava yiyeni de örnek göstererek “ bak, herkes her şeyi alabiliyor “ diyor!

Ah yurdum insanı; senin yüzünden akıl defterimizde bir tek beyaz nokta kalmadı!

Hala eve gelen doğalgaz faturası ile bulduğumuz milyar metre küp doğalgaz arasında ki bağı bir türlü çözememişsin, ben sana ne diyeyim?

           Dün Süleyman bey dedi ki “ Ekrem beni aradı, abi yapma biz hemşeriyiz, bana yardımcı ol zaten beni CHP de sevmiyorlar; ben de hadi or dan bunu hukuk bilir diye tersledim!”

Buyur!

Bak beni de aradı. Ben hiç çıkıp söylüyor muyum?

Ama sen bir kere ifşa ettin, ben de aramızda geçen konuşmayı söyleyim!

-Alo, Hasan abi!

-Evet, benim sen kimsin?

-Yahu ben Ekrem, Ekrem!

-Hangi Ekrem, memleket Ekrem dolu nerden bileyim?

-Abi, Ekrem İmamoğlu, İstanbul büyükşehir belediye başkanı!

-Ha, tamam, şimdi söyle nedir derdin?

           -Abi, elini, ayağını öpeyim, şu Kemal abimize söyle benim önümü kesmesin, ben daha gencim, bıraksın bir kere de ben Cumhurbaşkanı olayım, hem söz ilk ziyaretim Eski köye olacak ve sizin çeşmenin gözünde kuzu çevirme sözü de veriyorum!

İşte böyle!

Tersledim tabi!

Adam benim kuzu etine düşkünlüğümü nerden öğrenmişse, damardan giriyor!

Yemezler!

Şimdi seni ordan akacaklar, sana kitaplarımdan bir deste göndereyim, zamanın bol olur ve oku!

“Çürük Mehmet’i “ şiddetle öneririm; orada bir sihirbazım yumurtaya nal çakması var ve sen bunu şimdi ki siyasilerin timsaha diş tedavisiyle kıyasla!

Sonra mı?

Beş yıl sonra ben seni ararım “ vay Ekrem”

Falan diyerek!

Vay benim güzel memleketim!

Sana inanmayan külli kafirdir..!

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.