ALTIN
 2.435,65
DOLAR
 32,4643
STERLİN
40,9284
EURO
 34,9297

 

 

             Sürekli söz tekrarı, başka bir sözünüzün olmadığının en iyi işaretidir ve cehaletin mühürlenmiş tescilidir!

            Az gelişmiş ve ileriye dair hiç bir üretkenliği olmayan toplumları bu söz tekrarı ile bir arada tutmak bilinen bir taktiktir!

Bu taktik cehalet iklimini çoğaltma ve orada düşünceye dair ne varsa yok etmektir!

Şu kısa tespitin bütün karşılığını iliklerimize kadar yaşıyoruz!

              Orta zekâ şartlanmışları üzerinden demokrasi tartışılıyor ve kimse çıkıp “ orta zekânın” zaten demokrasi diye bir kaygısı olmadığını söylemiyor!

               Ticari zekânın çok iyi bildiği bir şey vardır, bir ürün ne kadar dillendirilirse, o kadar markalaşır ve bilinçaltı bunun reklamına teslim olur ki gerisi malumdur ve o artık sizden bir parçadır!

             Bir kaç gündür dünya siyasetinin günümüzde ki karşılığını biraz irdeledim ve baktım ki bize benzeyen hiç bir örnek yok!

Aslında örneğimiz kendimize de benzemiyor!

               Kendimize benzemeyenden, bir kendimiz yaratmak istiyoruz ve olması halinde nasıl bir canavara teslim olacağımızı bilmeden!

Bunun bütün karşılığı algı ve zekâ sorunudur.

             Eğer çeneyi sürekli dedi kodu ve başkalarına saldırarak tekrara düşürüyorsanız, aynı zamanda içinizde tedavisi olanaksız bir ruh hastalığı da taşıyorsunuz!

İşte bu ruh hastalığının sokak versiyonu ile karşı karşıyayız ki en tehlikeli toplumsal travmadır!

Bu travmayı son bir yıldır daha çok yaşamaya ve görmeye başladık!

             Bir küfürün kime yapıldığına bakılarak değerlendirme yapılıyor ve maalesef bu konuda mahkemelerin de eli kolu bağlı!

Çünkü ülkede kuvvetler ayrılığı diye bir şey kalmadı!

Her şey tek merkezin insafına bırakılmış ve o insaf sadece kendinedir!

En son Levent Gültekin’e yapılan saldırı!

Gazeteciyi, konuşanı susturmanın yeni yöntemi ve dünya bizi artık bu gözle izliyor!

Sonra çıkıp diyoruz ki “ Türk’ün, Türk’ten başka dostu yoktur ”diye!

Geçin bunları, şu manzaraya bakıldığında “ Türk’ün, Türk’ten başka düşmanı yoktur.”

Bir ülke kendine bu kadar mı zarar verir?

İntikam, kin, öfke ve dahası acımasızlıkla ülke yönetmenin nasıl bir karşılığı olur sizce?

Ben söyleyeyim:

               Bu karşılık zam, faiz, borç, üretmeden lüks düşkünlüğü ve ithalat, dahası yanı başınızda su fiyatına satılan akaryakıtı, içeri de yüksek rakamlarla vatandaşa pazarlamadır ki tarlaların boş ve ekimsiz kalır, sonra gider Konya’dan daha küçük ülkelerden ithal ürün alırsın!

Bu dediklerimi herkes bilir de!

Kaderi yanlışlarla doğru hale getirilen bir ülkede karşılığını asla bulamazsınız!

               Çünkü doğamızı, ormanlarımızı, sularımızı, topraklarımızı talan ediyorlar diye çırpınırsın, birileri seni buradan enseler mahkeme huzuruna çıkarır!

Mahkeme heyeti ne yapsın?

Çünkü bir hafta önce Faşizmin destanını yazan

            Yavuz Ağıralioğlu “ Bunların sivil görünümlü kolları vardır ve dağ, orman, ağaç diyerek masumane taleplerle insanların kafasını karıştırırlar” benzeri bir konuşma yaptı!

Buyur işte!

İki gündür ülke bu adamın ağzına bakıyor!

Şanssızlığımız işte!

Hâkim, savcı ne yapsın?

**************

VALLAHİ ÖYLE DEDİ

 

              İnsanların tavuklarını çiftliklerde korumaya alıp, birde yetmiyormuş gibi çitin kapısına kocaman bir köpek koymaları tilkinin canını çok sıkmış!

Ne yapıp etse, buna bir çözüm bulmazsa açlıktan ölecek!

             Kararını verip köyün en büyük tavuk çiftliğine mahrur bir vaziyette varmış ve birden tedirgin olan tavuklara “ sakın ha, paniklemeyin ben sizinle konuşmaya geldim, çünkü durum çok ciddi önlem alamazsak koca orman yok olacak ve hepimiz yeryüzünden silinip gideceğiz!

              Öncelikle bundan sonra horozlar kardeşim, tavuklar da anam bacımdır! Bir de kralımız aslanın hepinize selamı var ve ben zaten onun ricası üzerine geldim elçi olarak ve size bir daha dokunmayacağıma dair ilk tövbeyi ve yemini de kralımızın huzurunda ben yaptım! Bundan sonra orman size serbest ve yarından tezi yok, gelin dalın ve önce bizi şu kenelerden kurtarın, kıçımızı kaşımaktan bir hal aldık!”

                  Haber üzerine çiftlikte bahar havası esmiş ve her kafadan bir ses çıkınca tehlikeyi sezen tecrübeli horozu da kimse dinlememiş ve yarını beklemeden hepsi ormana...!

Gerisi mi?

Tilki:

-Ulan salak olduğunuzu biliyordum ama bu kadar da değil, diyerek işe bildiği yerden girişmiş!

Sevgili Adalet Bakanım akşam bir tv kanalındaydı!

O anlattıkça ben bu meleğin gökten ne zaman indiğini merak ettim doğrusu!

Hele Kürt’lerin kardeşliği ve ana dilleri konusunda getirdikleri reformları anlattı ki sorma!

               Anama anlattım, eskiden “ Le le, lo lo...” diye türkü söylerdi bu haber üzerine birde “ Hay lo lo...” diye tutturdu ki durdur durdurabilirsen!

Geç Sayın Bakanım!

Bu konuda en dürüstünüz Bahçeli ve Yavuz Ağır Alioğlu’dur!

               Bahçeli’yi biliyoruz da doğrusu Yavuz bey geldiği yerde kurdu da çalıp gelmiş ve o kurt içinde öylece duruyor!

              Kadınlar gününde bir kadının ismine tahammül edemeyecek kadar ağır bir ruh hali, yani Hitlere rahmet okutacak cinsten!

İşte hal bu iken, reformlar kime ve ne için?

Bu reformlar Yavuzları daha çok bağırtma rahatlığıdır!

Diğerleri yine susturulacaktır! Çünkü bu ülke korkularını hiç bir zaman yenmedi!

Korkunun olduğu yerde karanlık peşinizi bırakmaz ve siz sadece ıslık çalmayı bilirsiniz!

              Sayın Bakan, şimdi bize ıslık çalıyor ve öyle böyle değil, kulağı sizin sesinizde olacak, olaki kanar, biraz daha yükseltirseniz, tilkiyi ve tavukları düşünün!

Bize var olan hakları boyayıp süsleyerek önümüze atmanın başka izahı var mı?

******************

HANİ KADIN

 

Bari siz susun ve konuşmayın!

Efendim “ Atatürk kadına seçme seçilme hakkı vermiş” de!

Evet, verdi!

Bir Cumhuriyet de kurdu!

Peki, “ Cumhuriyet” diye bir şey var mı?

Yüz yıllık sözüm ona Cumhuriyet ne kadar varsa, bu ülkede o kadar da kadın var!

Günde ortalama beş kadının öldürüldüğü yerde, Cumhuriyet denilen şey zaten ölmüştür!

            Parlamento da kadın vekil sayın altı da bir ve bunun yarısını da “ terörist” diye nitelediğin kadınlar oluşturuyor!

Onları alıp bir tarafa ayırdığında ( ki ayırmışsınız) geriye kaç kadın vekil kaldı, siz sayın?

            Seksen üç il de kadın Vali, Kaymakam, Emniyet müdürü, Genel Müdür var mı, yok mu bilen beri gelsin!

Dünya ilerledi, yürüdü gitti!

          Uzay, galaksi hepsi iyi de, hala bir erkeğe dört kadının hak olduğunu ağzının suyu akarak söyleyenlerin hangi çağda kaldığını da bir söyleseniz ya!

İster bana kızın, isterse “ bu adam ne diyor” deyin!

Ben öyle “gün” falan takıntısı olan biri değilim!

Çünkü bilirim ki adında da anlaşılacağı gibi her şey bir günlüktür!

Demek istiyorum ki kadın yer yüzünün en doğrusu ve en estetik olanı ve en gerekli akla sahip olanıdır!

Bunu aklının hala nerede olduğunu keşfedemeyen erkeklere sormak bile abestir!

Onların işi öldürmek ve kirletmektir!

Her şeyi kirleten ve yok eden erkek zihniyeti!

              Savaşlar ve kan tarlaları yaratmak erkeklerin işidir ve onun bütün acılarını da kadınların kapısına bırakarak!

Eh, daha ne diyeyim?

Tüm kadınlar, iyi ki varsınız ve siz bir gün değil, hep var olun!

              Var olun ama var olmak için de içinizdeki, kapınızdaki tabuları yıkın ve haykırın, en yüksek sesinizle ve öyle bir türkü söyleyin ki herkes başını saklayacak yer arasın!

Yoksa ne “ günler” biter, ne de sizi kandıracağımız yıllar!

***************

İnsan doğduğu yere benzer ve doyduğu yer, değiştiği yerdir!

 

                Ne yapsam etsem, sıralı beton mezarlara benzeyen kentlere bir türlü ısınamıyorum!

Hele mevsim bahara kucak açmışsa ve yer Eskiköy’se yaşamın bendeki anlamı her zaman çocukluğumdur!

                 İlk sümbülü, ilk Nevruzu kim bulacak diye akran çocuklarla yarışırdık ve nedense hep ilk bulan ben olurdum!

                 Bugün sümbüllerin, nevruzların açtığını gördüm ve belli ki bir hafta öncesinden bahara merhaba demişler!

Koparmadım, koparmam ve çiçekler toprağın bağrında, dalında daha güzeldir!

Bal arılarının sümbülle dansını görmeliydiniz!

Aşk, bu olsa gerek ve içten sevginin hazı ancak bu kadar yansır arının baldaki tadına.

               Gününü, saatini şaşırmazlar ve her yıl Mart ayının dokuzunda ve sabahın erkenin den gelirler... Mavi baştankaralar ve ak kuyruksallayan kuşları!

Küçücük bedenlerinde uzun bir yolculuğun yorgunluğu soluk alıp veriyor!

İyice izledim, geçen yıl ilk gelenlerdi ve demek ki kazasız, belasız dönmüşler!

Sonra kapımızdaki Ardıç ağacının dallarını tek tek dolaştılar ve hasret gidercesine, her dalı öperek!

Sonra bana bakıp kısa şarkılar söylediler, belki de tanıdıkları bir yüzle yeniden buluşmanın sevinciydi!

             Gözlerim çok aramasına rağmen topal serçemiz hala ortalıkta görünmüyor! Geçen yıl dişisini kedilere kaptırmış, olağanüstü bir çabayla yetim yavruları tek başına büyüterek uçurmuştu!

              Günlerce bu yaşam mücadelesini izlemiş, bir kuştan zor zamanların nasıl aşılacağı konusunda çok şey öğrenmiştim!

Umarım başına bir şey gelmemiştir ve onu tekrar görmek istiyorum!

Arap bülbülleri Nisan ortalarında gelir, ardında sarıasma kuşu ve diğerleri!

İşte siz o zaman görün bin dilin şakıdığı Eskiköyü!

Şafak kuşu her zaman iyi gün habercisidir!

Öyle öter ki en uzak yerde olsa bile, siz onun evinizin penceresinde şakıdığını sanırsınız!

Sonra güneş ilk ışıklarıyla gözünüzün karanlığını alıp size “ merhaba” deyince, güne başka canlılar uyanır ve iş üreme, çoğalma ve karın doyurma telaşına döner!

Ben ise her kuştan, her kelebekten, börtü böcekten ders almaya devam ederim!

Bitmeyen bir ders ve en doğru ders!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.