ALTIN
 3.042,49
DOLAR
 35,5025
STERLİN
43,1833
EURO
 36,2485

 

 

           Osmanlıda Türk demek, katli vacip cahil köylü demekti.  Çünkü Türk olmak Kızılbaş olmaktı, Türk aykırıydı, devletin dininde değildi. Onun için İstanbul alındıktan sonra, Osmanlıda kurulan ve devleti yönetecek kadroların yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmadı.

            1511 yılındaki Şah Kulu isyanından sonra Devletin ivmesi Türklükten Araplığa doğru kaydı. Çünkü bugünkü İran’da kendisine Türk diyen, Türkçe şiirler yazan, Ehlibeyt aşığı bir Azeri Türkmen, Safevi denilen bir devlet kurmuştu. Osmanlı Türkmenleri ona hayranlıkla bakıyorlardı. İşte bunun için Osmanlı Devleti, resmi devlet anlayışını Zahiri Arap İslam’dan yana kaydırdı

              2.Beyazıt döneminde başlayan bu dışlanma, Türkmenlik ile Kızılbaşlık birlikte anılmasına sebep oldu. Kızılbaş Türkmenlerin devlette dışlandı, tımarları ellerinde alındı. Bu süreç isyanlar sürecidir.

                Osmanlı ile Türkmenler arasındaki kavga hiç bitmedi. Yavuz Sultan Selim zamanında Safevi Devleti üzerine sefere gitmeden önce Anadolu’da Kızılbaş Türkmen temizliği yapıldı.

                Bu katliamı gerçekleştirenlerin başında İdris Bitlisi denilen bir devşirme geliyordu. Yavuz Selim, İdris Bitlisi’ ye tam yetki verdi. Tam yetki alan bu devşirme sadrazam, Amasya’da yaptığı bazı aşiret beyleriyle toplantı sonrasında onlara özerklik verdi. Özerkliğin şartı ise kendi bölgelerindeki Kızılbaş Türkmenlerin temizlenmesi idi. İdris Bitlisi Anadolu’daki Türkmenleri temizledikten sonra Yavuz Selime sefere çıkması için izin verdi.

                Osmanlı,  Safevi devletinin Türk olmasından çok korktu. Moğolların Harzemşah krallığını istilası sonrası, Horasan ve Hazar Denizi havzasındaki Türkmenlerin Anadolu’ya göçü başladı. Gelen Türkmenler kendi dini inançları olan Kızılbaşlık ve dinsel liderleri ile birlikte geldiler.

                  Baba İlyas, Baba İshak,  Şeyh Edebali, Hâce Bektaş, Ahi Evren, Mevlana, Şems Tebriz’i. vs. Bu süreçte Anadolu’ya gelip dergâh kurdular.

                Türkmenler Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’da yaklaşık beş veya altı milyon Türk olmayan insan vardı. Buraya gelen Türklerin sayısı bazı tarihçilere göre beş yüz veya altı yüz bin civarındaydı. Bu oran 1/10 a tekabül ediyordu.

                 Bu Türk ve Müslüman olmayan unsurlar süreç içinde padişahların din anlayışını benimsediler. Devletin yönetiminde yer aldılar. Devletin kaymağı ile beslendiler. Devlet ile beraber Türkmen katliamı yaptılar. Bugün de bu insanlar devletin kaymağını yemeye devam ediyorlar.

               1912 yılında Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda, Türklük ile dinsizlik arasında bir ilişki kuruluyordu. Türk” kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. ”Türk hükümeti”, ”Türk Ordusu”, ”Türk ülkesi” deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yaratıyordu. Çünkü Türklük Kızılbaşlık olarak algılanıyordu.

                1913 tarihli ”Mecmuai Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında, ”Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler, yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil, sadece Müslüman’ız” denilmektedir.(Alıntı)

               Üniversitede profesörlük yapmış olan Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı ”İslamda Davai Kavmiye” adlı kitabında, Türk’e karşı savaş açmış ve ”Türkün geçmişini bilmesine, öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir” demiştir.

               1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere ”soysuzlar” yakıştırmasında bulunmuştur.(Alıntı)

              Osmanlının bağrında onlarca ulus doğmuş kendi Milet kimliğini kazanmış ama Türkler kendi kimliğini kaybetmiştir. Çünkü Osmanlıda Türk demek Kızılbaş demekti. Onun için Türk kimliğinde uzak durdu.

Türkler cumhuriyet ile birlikte kendi kimliklerine kavuşmaya çalıştılarsa da bundan başarılı olamadılar.

                    Türkler, NATO’ya  girdikten sonra komünizmle mücadele için dincilik öne çıktı. Yeşil Kuşak, Ilımlı İslam, Arap Baharı, ihvan, BOP ve benzeri emperyalist projeler Türklerin millet olmasını engelledi. Osmanlıda kopan bütün milletler uluslaştı ama Türkler Araplaşmaktan kurtulamadı.

 

Falih Rıfkı Atay, Batış Yılları adlı eserinde şunları yazıyor:

 

               ”Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti.

                  İslam ümmetinden ve ‘Osmanlı’ idik. İlmihallerde baş dersimiz ‘Din ile milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti.

                 Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişahın kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, ‘Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık.

 

… Okullarda da Arab’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik.”

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.