" TAĞUT "
Bir zamanlar biz Müslüman/dindar/İslamcılar, “tağut” kelimesini dilimize pelesenk etmiştik. Hepimiz tağut ile ilgili bütün ayetleri ezbere bilir, tağutun ne anlama geldiğini herkese anlatmaya çalışırdık.
Tağut kavramı bizim düşünce sistematiğimizin temel kavramlarının başında geliyordu. Ne de olsa Kuran: “Andolsun ki biz, Allah’a kulluk edin ve tağut‘tan sakının diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik” diyordu. (16/36).
Tağutun ise, hakkı tanımayan, azan, sapan herkes veya kurum olacağı hepimizce bilinirdi (4/60). Kişinin bu kavramı hangi düzeyde kavradığı, onun ulaştığı bilinç düzeyinin de bir göstergesiydi.
Nitekim Kuran, tağut örneği olarak Kâb b. Eşref’i işaret ediyordu. Bugünkü dile tercüme edecek olursak; özetle Kur’an: zalime, zorbaya, otoriter kişiliklere ve diktatörlere tağut diyordu.
Daha da önemlisi, Kuran, tağuta itaat etmeyi ise, şirk olarak değerlendiriyordu. Yani azgınlara ve zorbalara meyletmeyi bırakmadan ve ona kesin tavır almadan bir kişi Müslüman sayılmıyordu.
Peki, Ehlikitap niçin Hz. Muhammed’i değil de Kâb b. Eşref’i tercih ediyordu? Çünkü Kâb b. Eşref’in durduğu yer onların hedef ve çıkarlarına hizmet ediyordu. Yani Medinedeki iktidar hesapları bunu gerektiriyordu.
Kur’an okumanın böyle sakıncaları var işte; insanı geçmişiyle yüzleştiriyor…

















