Ali İhsan Öztürk
[email protected]

SENDİKALARIN ORTAYA ÇIKIŞI, GELİŞİMİ VE TOPLUMSAL ROLÜ! (14)

30 Haziran 2022 02:43

 

 

              Sendikaların ortaya çıkışı, tarihsel gelişimi ve toplumsal rolü başlıklı yazı serimiz devam ediyor. Yaz serisinin son iki bölümünde, sendikal hareketin 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan süreçteki dinamizminin gerisinde olmasının nedenlerini kısaca açıklamaya çalışmıştım. Bu bölümde bu konuyu işlemeye devam edeceğim.

              Son iki bölümde tamamını olmasa da gerilemedeki payı azımsanamayacak derecede olan etkenleri açıklamıştım. Elbette açıkladıklarımdan çok daha fazla neden saymak mümkündür. Ben burada kısa ve öz bir şekilde açıklamaya çalıştım.

             Tüm bunlar, örgütlülüğün altını oyan ve sendikaları gün geçtikçe tabela örgütü olmaya iten önemli faktörlerdir. Ne yazık ki sendikal hareket, bir bütün olarak sermayenin bu azgın sömürü politikalarına karşı koyacak politikalar üretemedi.

                 Hâlbuki sendikal hareket, ulusal sınırları aşarak, globalleşen, tekel konumundaki sermaye gruplarında toplanan sermayeye karşı evrensel sınıf dayanışması ile karşı mücadele örgütlemiş olsaydı bu sonucun ortaya çıkmasını engelleyebilirdi.  

             Kuşkusuz tüm bu nedenler ve daha fazlası, sendikal harekete darbe vurdu. Ancak tüm bunlar, işçi sınıfının siyasi ve sendikal örgütlerinin zaaf ve eksikliklerinin üstünü örtme aracı olarak kullanılmamalıdır. Tek tek ülkelerden başlayarak, dünya genelinde bu gerilemede sendika yönetimlerinin ve siyasi yapıların zaaf ve eksikliklerinin cesaretle masaya yatırılmasına ve tartışılmasına ihtiyaç vardır.

               Dikkat edilecek husus, sorgulanması gerekenin kurumsal yapı olmadığı, bu yapılarda yönetime gelen bireyler ile anlayışlar olduğudur. Zira kurumsal olarak sendikaları sorgulamak, sermayenin ve onun güdümündeki ulusal devlet yönetimlerinin, sendikal hareketi genelde toplumun özelde ise işçi sınıfının gözünden düşürme tuzağına düşmek olur.

               Elbette her işçi sendikası (çalışanların tamamını işçi sınıfının bileşeni olarak gördüğüm için memurları ayırmıyorum), özelde kendi üyelerinin genelde ise işçi sınıfının tamamının ekonomik, sosyal ve siyasal hak ve menfaatleri için çalışmak üzere kurulur. Sendikalar işçi sınıf örgütleri olup sınıf ekseninde mücadele eden örgütlerdirler.

              Bunun için kendi aralarında birlikler kurarlar ve sınıf partileri ile organik ilişkiler geliştirerek bu sınıf partilerinin iktidar olmaları için çalışırlar. Dolayısıyla gelinen noktanın sorumlusu, tarihsel olarak işçi sınıfının çıkarlarını korumak üzere kurulmuş sınıf örgütleri sendikalar değil, sendikaları bu amaçtan uzaklaştıran yönetimlerdir. 

              Konuyu Türkiye cephesinden ele aldığımızda, dünya genelinde sendikal hareketi gerileten etkenlerin tamamı Türkiye için geçerli olmakla birlikte, Türkiye açışından sistemin anti-demokratik yapısının gerilemedeki payını ayrıca değerlendirmekte yarar var diye düşünüyorum.

               Yazı serisinin sendikaların kurulması ve gelişimi bölümlerinde, yasaklamalar ve engellemelerle geçen Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi, yasakların sürdüğü, dernek kurmanın bile mümkün olmadığı 1923-1946 arası Cumhuriyetin ilk yılları, serbest toplu pazarlık ve grev hakkının tanınmaması dolayısıyla gerçek işlevlerini yerine getirmediği 1946-1963 arası dönem, 1961 Anayasası’nda bulunduğu halde gerekli kanun düzenlemesi yapılmamış olan toplu sözleşme hakkını kazanmak üzere anayasal grev hakkını kullanan Kavel işçilerinin fiili grevinden itibaren yükselişe geçen Türkiye sendikal hareketinin, en mücadeleci dönemi olan 1963-1980 arasında ve sonrasında faşizmin ağır darbesine maruz kalarak zaman zaman yükselen mücadelesine rağmen, gerileyerek günümüze ulaştığı, 12 Eylül 1980 sonrası dönemi olmak üzere 5 ayrı döneminin olduğu görülmektedir.

             Öte yandan Dünya sendikacılık hareketi ile karşılaştırdığımızda, dünya sendikacılığının Sanayi Devrimi’nin beşiği olan İngiltere de 1700’lü yılların ikinci yarısından itibaren ortaya çıktığını, uzun ve çetin bir mücadele sürecinin sonunda 1820’li yıllarda kendilerini sisteme kabul ettirerek yasallık kazandıkları görülüyor.

             Buna karşın Türk sendikacılık hareketi, 1800’li yılların sonundan itibaren gelişme gösteriyor. Bir başka deyişle Türk sendikacılık hareketi, dünya sendikacılık hareketini 100 yıldan fazla bir süre geriden takip ediyor. Dünya genelinde sanayi toplumlarında sendikalar, sermayenin acımasız sömürüsüne karşı çalışma şartları ile çalışma ortamını iyileştirmek, uzun çalışma sürelerinin kısaltılması ve insanca yaşanacak bir ücret elde etmek gibi amaçlarla işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu örgütlenmeler olarak ortaya çıkarken, Türkiye’de ise siyasi ve ideolojik grupların harekete öncülük etmesinden duyulan rahatsızlık nedeniyle devletin kendisinin istediği aşamada, sınırlarını kendisinin belirlediği hareket şeklinde ortaya çıkmıştır.

               Yazı serisi içinde yukarıda belirttiğim dönemlerde üç aşağı beş yukarı birbirinin devamı niteliğinde olan kısıtlama ve yasaklamalara mümkün olduğunca yer vermeye çalıştım. Şunu peşinen belirtmeliyim ki, bu dönemlerin tamamında devlet sendikal hareketi sürekli baskı altında tuttu ve gerek örgütlenme hakkının gerekse serbest toplu pazarlık hakkının kullanılmasında serbestlik tanımadı.

               Üstelik devlet, bunu üyesi olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) çalışma hayatını düzenleyen sözleşmeleri ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmeleri’nin açık hükümlerini yok sayarak yaptı.

             Türkiye sendikal hareketinin en güçlü dönemi, mücadelenin yükseldiği 1960-1980 arası dönemdir. 1961 Anayasası’nın, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmaların tanıdığı hakları anayasal güvenceye almasına paralel olarak, sendikal örgütlenmenin ivme kazanmasının üstüne gelen Kavel Direnişi ile hareket bir üst aşamaya sıçradı. Bu sıçrama bir yandan grev ve direnişlerle işçi sınıfının varlığını kabul ettirirken, diğer yandan ise sistemin kontrolünden çıktı.

                 Böylece kendisine dayatılan devlet ve sermaye güdümlü sendikal anlayışı reddederek, kendi öz örgütünü kurma başarısı gösterdi. Yetmedi, devletin, sınıfın öz örgütünü boğmak için yapmaya çalıştığı yasal düzenlemeye karşı ayağa kalkarak hem düzenlemeyi geri püskürttü hem de gücünün farkına vardı. Sonraki yıllarda bu ayağa kalkıştan aldığı güçle mücadeleyi yükselten işçi sınıfı, ekonomik ve sosyal birçok kazanım elde etti.

               Aynı dönemde işçi sınıfı işyerlerinde iyi sözleşmeler yapılması mücadelesi ile sınırlı kalmadı. Aksine sistemin, toplumsal uyanışın önünü kesmek istemesine karşı ayağa kalktı ve siyasi taleplerle birçok direnişe imza attı.

               Kısacası Türkiye işçi sınıfı belirtilen 1960-1980 dönemi içinde verdiği mücadele ile bir yandan ekonomik ve sosyal birçok hak elde ederken, diğer yandan ise 12 Mart 1971 muhtırası ile başlayan ve 1970’li yılların ikinci yarısında Milliyetçi Cephe hükümetlerinin kurulması ile birlikte artan şiddet ve anti-demokratik hükümet uygulamalarına karşı direnişler yaparak siyasette söz sahibi oldu.

                Elbette sermaye bundan oldukça rahatsızdı. Bu rahatsızlık sadece Türkiye’ye de özgü değildi. 1973 büyük petrol krizinin vurduğu Dünya kapitalizmi, refah devletinden dönüş yapmak için arayış içine girdi ve yeni liberal (neoliberal) iktisat programını uygulamaya başladı.

              Dünya kapitalist sisteminin merkez devletleri ABD ile İngiltere’de uygulanmasına başlanan yeni liberal ekonomik model hızla diğer ülkelerde de uygulanmaya kondu. Elbette Türkiye’de bu programın uygulanacağı ülkelerdendi. Bu amaçla IMF’nin hazırladığı program, zamanın Başbakanı Süleyman Demirel ile müsteşarı Turgut Özal tarafından 24 Ocak 1980 tarihinde ilan edildi.

             12 Mart muhtırasının önünü kesmeye çalıştığı toplumsal uyanış ile sınıf sendikacılığı anlayışının, yoğun siyasi ve sendikal mücadelelere imza attığı 1970’li yıllara bakıldığında, bu programı demokratik bir ortamda, hele hele sınıf sendikacılığının belirleyici olduğu bir süreçte, sendikal hareketin gücü kırılmadan hayata geçirmek pek mümkün gözükmüyordu. Dolayısıyla demokrasi mutlaka kesintiye uğratılmalıydı.

              Bu ise bir darbe ile mümkündü. Ancak bunun için zemin hazır değildi. Yani toplumun darbenin zorunluluğuna ikna edilmesi gerekiyordu. Bu ise topluma korku salmakla mümkündü. Bu nedenle, 1980 yılının yaz aylarında içinde DİSK’in kurucu genel başkanı Kemal Türker’in de bulunduğu, toplumca bilinen kişilere yönelik suikastlar gerçekleşti.

                Öte yandan sokak çatışmaları, toplumu karşıt kamplara bölüyor ve insanlar gelecek kaygısı yaşıyorlardı. Böylece darbenin toplumsal zemini oluşmuş oldu ve 11 Eylül’ü 12 Eylül’e bağlayan gece ordu üst kademesi emir komuta zinciri içinde yönetime el koydu.

            Ne yazık ki ülke kışkırtılan kutuplaşma ve çatışmalarla darbe ortamına sürüklenmiş ve ağır bir baskı dönemi başlamıştı. Nefes almanın imkânsız hale geldiği bu süreçte, darbe yönetiminin ilk hedefinin demokratik kitle ve sınıf sendikacılığı olması asıl amacın işçi sınıfının direnişini kırmak ve 24 Ocak’ta ilan edilen yeni liberal ekonomik programının uygulanması için gerekli yol temizliğini yapmak olduğunu gösteriyordu.

              Kuşkusuz devletin iktisadi faaliyetlerde bulunmasının yanı sıra ekonomik alandaki sıkı denetimi uluslararası sermayenin önündeki en önemli engeldi. Dolayısıyla devletin ağırlığının hissedildiği karma ekonomik modeli esaslı bir şekilde değiştirmek üzere yapılan darbenin, bir başka hedefi ise 12 Mart’ın yarım bıraktığı toplumsal uyanışın önünü kesme projesini tamamlamaktı.

             Zira toplumsal uyanış, bireysel gelişmeye neden oluyor ve insanlarda sorgulama yeteneğinin gelişmesine yol açıyordu. Elbette bu gelişme, toplumun yukarıdan empoze edileni reddetmesine ve arayışa yönelmesine yol açıyordu.

            Yazı serimiz, faşist 12 Eylül darbesinin baskı ile toplumu susturması sonrası ortaya çıkan yeni toplumsal yapı, bunun sendikal ve siyasal alanlara yansımalarının işlenmesi ile devam edecek. Bir dahaki bölümde buluşuncaya kadar, hoşça kalın, sağlıcakla kalın!

 

Yorumlar (0)

Kalan karakter : 450
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!

Yazarın Diğer Yazıları

PAŞA KÖŞKÜNDE BİR OKUL KEMAL ÖZALP ER OKULU
04 Şubat 2023 02:43

RABITA ve RABİA ANLAM GERÇEĞİ
13 Ocak 2023 02:43

SİYASET BU YAA... SEÇİM YOLA ÇIKTI.
05 Ocak 2023 02:43

ARGUVAN SAHİPSİZ DEĞİL...!!!
30 Aralık 2022 02:43

CHP MALATYA İL BAŞKANLIĞI ve YÖNETİM
27 Aralık 2022 02:43

ALEVİLİĞİN EN ESKİ BELGESİ: GUDEA SİLİNDİRİ
02 Aralık 2022 02:43

ABDAL MUSA LOKMASI
19 Kasım 2022 02:43

DEFNE AĞACININ MİTOLOJİK HİKÂYESİ
25 Ekim 2022 02:43

Bal ile İlgili İlginç Bilgiler BAL GİBİ PAYLAŞIM
18 Ekim 2022 02:43

ALEVİLİKTE 4 KAPI 40 MAKAM ÖĞRETİSİ
28 Ağustos 2022 02:43

ALEVİLİĞE KABUL TÖRENİ / YOLA GİRENİN IŞIĞININ YAKILMASI
13 Temmuz 2022 02:43

ŞAMAMA
08 Temmuz 2022 02:43

MUCİZENİN ADI: DUT YAPRAĞI
25 Haziran 2022 02:43

ALEVİLİKTE MEZAR TAŞLARI
08 Haziran 2022 02:43

TOHUM, İNSAN, ZAMAN
28 Mayıs 2022 02:43

OCAK KÖYÜ HIDIR ABDAL SULTAN ve ONAR KÖYÜ BÜYÜK OCAK CEMEVİ ZİYARETİ
09 Mayıs 2022 02:43

ÜŞÜTTÜN BİZİ KOCA KARI
23 Mart 2022 02:43

ZEYTİNE DOKUNMA
02 Mart 2022 02:43

DUT PEKMEZİNİ KARABİBER İLE KARIŞTIRIP YEMENİN FAYDALARI
27 Aralık 2021 02:43

TOHUM EMPERYALİZMİ TÜRKİYE’YE NASIL GİRDİ?
08 Aralık 2021 02:43

CHP'de ADIMLAR
03 Aralık 2021 02:43

MUHTARLIK ve YEREL SEÇİMLERE DOĞRU...
30 Kasım 2021 02:43

SAĞLIKTA PEKMEZİN YERİ
18 Kasım 2021 02:43

ALEVİLERE DİL UZATMAK KİMİN HADDİNE DÜŞTÜ
09 Kasım 2021 02:43

PALAMUT KAHVESİ
27 Ekim 2021 02:43

KÖY ENSTİTÜLERİ
14 Ekim 2021 02:43

ARININ KÂRI
04 Ekim 2021 02:43

SUÇLU ARAMAYIN! BU DÜNYANIN KATİLİ BİZİZ KARDEŞLER...
10 Ağustos 2021 02:43

MUHARREM ORUCU
05 Ağustos 2021 02:43

Kenevir Gerçeği
29 Temmuz 2021 02:43

SANATA DAİR
31 Mayıs 2021 02:43

HIDRELLEZ GÜNÜ
06 Mayıs 2021 02:43

KÖYLÜNÜN HALİNİ KİM SORACAK?
03 Mayıs 2021 02:43

ARGUVAN SEÇMENİNE YAN GÖZLE BAKIŞ.
29 Nisan 2021 02:43

NEVRUZ BAYRAMI
19 Mart 2021 02:43

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ;
08 Mart 2021 02:43

ALEVİ İNANCINDA (YOLUNDA) DAR
01 Mart 2021 02:43

ALEVİLİK İNANCINDA HIZIR ORUCU
09 Şubat 2021 02:43

CHP' den İSTİFALAR
05 Şubat 2021 02:43

KEKİK NEDİR? FAYDALARI NELERDİR?
25 Ocak 2021 02:43

NARDUGAN BAYRAMI
23 Aralık 2020 02:43

NAR MEYVESİ ve ÇİÇEĞİ
16 Aralık 2020 02:43

KORONA VİRÜSTEN KORUNMA ve AŞI
07 Aralık 2020 02:43

ZEYTİN YAPRAĞI
23 Kasım 2020 02:43

DUYMAK, DUYMAYAN, DUYMASIN...
20 Ekim 2020 02:43

CHP GEÇ OLMADAN ÖZÜNE DÖNSÜN
05 Ekim 2020 02:43

AŞURE NEDİR? NİÇİN YAPILIR?
29 Ağustos 2020 02:43

SİYASİ GAZ
24 Ağustos 2020 02:43

KÖYÜMÜZDE DOĞAL- BİTKİSEL KANTARON ÇİÇEĞİ
23 Temmuz 2020 02:43

ARGUVANLI ARICILAR
16 Haziran 2020 02:43

SİYASETTE ADAM SATAN CEHENNEMLİKLER
02 Haziran 2020 02:43

YEREL YÖNETİMLER KÖYLÜYE SAHİP ÇIKIYOR MU?
17 Mayıs 2020 02:43

DELİCE..
13 Mart 2020 02:43

"ARGUVANLI KUL DURAN/ DURAN BABA (TURAN CABUL) HAYATINI KAYBETTİ
11 Mart 2020 02:43

CHP MALATYA’DAKİ TEK ADAM ANLAYIŞI
11 Şubat 2020 02:43

KISSADAN HİSSE
05 Şubat 2020 02:43

SİYASETTE AKRABALIK...!!!
26 Eylul 2019 02:43

AŞURE NEDİR? NİÇİN YAPILIR?
12 Eylul 2019 02:43

MUHARREM ORUCU
28 Ağustos 2019 02:43

ALEVİLİK İNANCINDA HIZIR ORUCU
13 Şubat 2019 02:43

Sevgili Canlar ve sevgili Dostlar!
01 Ekim 2018 02:43

KILIÇDAROĞLU SEN NEYMİŞSİN..!!!
29 Haziran 2018 02:43

"EL VİCDAN" ELİNİZİ VİCDANINIZA KOYUN. SORUNLARI VE ÇÖZÜMLERİNE SİZ KARAR VERİN.
27 Mayıs 2018 02:43

MAŞALLAH?! MALATYA SİYASETİ KOŞUYOR? ANKARA DA ADAYLAR AÇIKLANDI. MALATYA DA SEVİNÇ ATILDI.
21 Mayıs 2018 02:43

HIDRELLEZE DOĞRU?
14 Mayıs 2018 02:43

Tüm Yazılar