ALTIN
 2.435,65
DOLAR
 32,4643
STERLİN
40,9284
EURO
 34,9297

 

 

                İnsanlık yaklaşık bir yıldır gözle görülmeyen bir virüsün (Covid 19) salgınlaşan saldırısı altında yaşam mücadelesi veriyor. Salgının zemini yerkürenin her yeri, hedefinde ise ayrım gözetmeksizin tüm insanlar var.

              04.12.2020 tarihi itibariyle, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyada 64 milyon 602 bin 428 insan bu salgında hastalandı, 1 milyon 500 bin 614 insan da yaşamını yitirdi.

              Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı verilerine göre 520 bin 167 yurttaşımız hastalığa yakalandı ve 14 bin 316 yurttaşımız yaşamını yitirdi.

Bu sağlık savaşında cephede savaşanlar ise doktorlar ve sağlık emekçileridir.

           TTB verilerine göre 92’si doktor 216 sağlık çalışanımız hayat kurtarmak için hayatlarını verdiler.

Bir anlamda adı konulmamış bir dünya savaşını yaşıyoruz.

*****

            Salgınla mücadelede RTE-AKP iktidarının ve Sağlık Bakanlığının önlem olarak uyguladığı politika ise yıllardır uygulanan piyasacı anlayışın gerçek yüzünü gösterdi.

                  Salgının ortaya çıkmasının ardından sağlığa bakanın sempatik hallerle ilk çare olarak “yakalanmamayı ve evde kalmayı”, önlem olarak da “mesafe, maske ve el temizliğini” açıklaması, her yurttaşa beş maske dağıtımı gibi büyük sağlık hizmetinin de yalan olması aslında virüsle baş başa bırakıldığımızı gösteriyordu.

              Bu koşulda “tamam evde kalalım da çalışanlar ne olacak” sorusunun yanıtı ardından açıklanan önlem paketleri ile belli oldu; sermaye zarar etmemeli, doğru iş başına…

Küçük esnaf, çiftçi ve işçi eve ekmek götürmek uğruna virüsün saldırısı altında çalışmaya devam ettiler.

İktidarın oy kaygısıyla düzenlediği “virüse kapalı” toplantılar ve etkinlikler dışında;

Tüm kültür ve sanat etkinliklerinin ve toplantıların iptal edilmesi,

              Virüsün çalışma saatlerine denk gelen ulusal bayramlarda, hafta sonlarında ve gece saatlerinde konan sokağa çıkma yasakları,

Virüs’ün saldırılarında yeni ve yüksek dalgalar yaratmasına engel olamadı.

             Hastanelerde uzayan test kuyrukları, hastalanan yurttaşlarımızın acil servislerden koridorlara taşması, yoğun bakımların yoğunluktan tıkanması…

             Cephede savaşan doktorların meslek odası Tabipler Birliğinin ve sağlık çalışanlarının sendikalarının bile muhatap alınmaması hatta karalanması…

             Sağlığa bakan tarafından her gün açıklanan renkli tablolarda saklanan vaka, hasta ve ölüm sayılarıyla “salgına karşı ne kadar başarılı olunduğunu” anlatan büyüklere masallarla…

Kurdukları “bilim kurulu” ile dört beş saat toplanıp, tek adamdan gelen talimatların açıklanması ve uygulanmasıyla…

Günlük vaka sayısında dünyada bir numara olmaya doğru hızla yükseliyoruz.

*****

             Bu sağlık savaşında tüm dünyanın ve tabi ki bizlerin de beklediği, virüse karşı kalıcı çözüm olan ilaç ve aşının bir an önce bulunması ve uygulanmasıdır. Doğal olarak bütün gözler aşı üretimi yapan ülkelere döndü. Gözlerin döndüğü ülkeler arasında Türkiye yok.

            “Başkaları yapacak biz satın alacağız” politikasının sonucu, Sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması için ilgili tüm birimlerimizi ve tesislerimizi ya sattık ya kapattık ya da körelttik de ondan.

             Bu tesislerimizi satanların bilmedikleri ya da bilmek istemedikleri gerçek, yönettikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin sadece askeri bir savaşla değil, savaşlarla kurulmuş bir devlet olduğudur.

*****

            1923 koşullarında nüfusumuz yaklaşık 13 milyon 500 bin idi ve 12 milyonumuz 40 bin köyde yaşıyorduk. Ülkemizi işgal edenlere karşı kazandığımız savaştan çıkmıştık ama sıtma, tifüs, verem, frengi, cüzam gibi hastalıklarla, kuduz ve bit sorunu ile kırılıyorduk.

Sağlık ordumuz;

337 Doktor,

434 Sağlık memuru,

136 Diplomalı ebe,

60 Eczacıdan oluşuyordu.

         Savaş yıllarında ilk Sağlık Bakanı Dr. Adnan Adıvar bir sağlık memuru ile beraber (02.05.1920) göreve başladı.

Sağlık hizmetleri KORUMA ve KURTARMA olarak iki bölümde planlandı.

Kuduz tedavi müessesesi, aşı hane ve bakteriyoloji bölümleri kuruldu.

Burgaz Adasında verem sanatoryumu açıldı.

İtalya’dan çiçek aşısı getirtildi.

*****

Sonra Dr. Refik Bey (Saydam) Sağlık Bakanı (10.03.1921) oldu.

Frengiye karşı evlilik öncesi muayene zorunluluğu,

Tabiplere mecburi hizmet zorunluluğu,

Bulaşıcı hastalıklarla mücadele sorumluluğu getirildi.

           Savaşlar nedeniyle ailesiz kalan çocukları, Anadolu’ya göç eden ailelerin kimsesiz ve yoksul kalan çocuklarını himaye etmek amacıyla Ankara’da Himaye-i Etfal Cemiyeti (30.06.1921) kuruldu.  1935’de adı Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu oldu.

Anladık ki, “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir.”

1924, pastörize süt dağıtımı başladı,

1927, anne ve çocukların ücretsiz yararlanabileceği sıhhi banyoların hizmete girdi,

1928, çocuk bahçeleri açıldı,

1929, diş muayeneleri ve tedavilerine başlandı,

Çocuk Bakıcı Okulu gibi sosyal hizmet alanında çalışmalar yapıldı.

1921-1925 Dört yılda;

Yapılan 150 dispanserin 100’ü hizmete girdi,

İstanbul ve Sivas’ta iki sıhhiye memuru okulu açıldı,

Sıtma savaşı için plan hazırlandı,

Frengi ve trahom ile savaş sürdürüldü,

İlçelerde doktor açığı 96’ya indirildi,

Röntgen cihazları, mikroskoplar ve sıtma için gerekli kinin alındı.

Bulaşıcı hastalıklarla ilgili olarak da;

            Verem dispanserleri açma, trahom, sıtma, frengi ve kuduz hastalıklarıyla mücadele edilmesi,

Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu açılması,

Milli tıp kongreleri düzenlenmesi kararları alındı.

              Dr. Refik Bey, Birinci Milli Türk Tıp Kongresinde (01.09.1925) Türk doktorlarının vazifelerini Misak-ı Tıbbi halinde üç esasta topladı.

              Türk doktoru özel ve meslek yaşantısında medeni hayatın sunduğu bütün güzelliklerden yararlanmalı ve bu yönüyle herkese örnek olmalı,

            Yalnız bununla kalmayıp, iletişim kurduğu herkese koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgili tedbirleri ve bu alandaki gelişmeleri anlatarak, rehber vazifesi görmelidir.

              Faaliyetlerini sadece büyük şehirlerde değil özellikle kırsal kesimleri kapsayacak şekilde yapmalı, Türk köylüsünün sağlıklı ve mutlu olması için sürekli çalışmalıdır

*****

Anlamı “Sağlıklı yaşamak için gereken önlemlerin bütünü” olan Umumi Hıfzıssıhha Kurumu kurulmasına dair kanun (17.05.1928) çıktı ve Sivas ve Ankara’daki kimyahaneler birleştirilerek Hıfzıssıhha Kurumu (27.05.1928) kuruldu.

1931- Ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı,

1932 – Ülke ihtiyacını karşılayacak düzeyde Serum,

1933 – Simple Metodu ile Kuduz Aşısı,

1934 – Ülke ihtiyacını karşılayacak düzeyde Çiçek Aşısı,

1942 – Tifüs Aşısı ve Akrep Serumu,

1948 – Boğmaca Aşısı,

1950 – İnfluenza Laboratuarı’nın İnfluenza (Grip) Aşısı üretildi…

İşte bu kurumu Halk sağlığı kurumuna devrettiniz (02.11.2011) ve körelttiniz.

*****

Yokluk, yoksulluk ve hastalık koşullarından kendi ilacını ve aşısını üreten,

Yardım olarak Çin’e kolera aşısı (1938) gönderebilen Türkiye Cumhuriyetinin sağlık politikasının ana fikri;

“Sağlık ve sosyal yardım hususlarında takip ettiğimiz gaye şudur:

            Milletimizin sıhhatinin korunması ve takviyesi, ölümün azaltılması, nüfusun arttırılması, bulaşıcı ve salgın hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu suretle millet fertlerinin dinç ve çalışmaya kabiliyetli bir halde sıhhatli vücutlar olarak yetiştirilmesi…” (Mustafa Kemal Atatürk, 1922)

             Bu yazı, yönettikleri ülkenin geçmişini bilmek ya da görmek istemeyenler için yazılmıştır.

Salgınla mücadelede ön safta savaşan doktorlarımızı ve sağlık emekçilerimizi minnetle ve saygıyla selamlıyor, bu savaşta yaşamlarını yitiren-şehit olan doktorlarımızı ve sağlık emekçilerimizi minnetle ve saygıyla anıyorum.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.