ALTIN
 2.439,70
DOLAR
 32,4504
STERLİN
40,7959
EURO
 34,8290

 

 

          Bugün 25 Kasım; Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Evet, “Günün önemine dair bu yazıyı bir erkek olarak ben yazmalı mıyım? Yazarsam, bunu yazabilecek binlerce kadın arkadaşa saygısızlık yapmış olur muyum?” diye bir hayli gel gitler yaşadım.

            Ancak konuyu detaylı değerlendirip düşündüğümde, bunun toplumsal bir sorun olduğunu, sorunun kaynağının ise erkek olduğunu gördüm. Daha açık söylemek gerekirse bu sorun, bir kadın sorunu değil, erkek sorunudur.

            Zira toplumun kendisine atfettiği üstünlük payesini kullanan ve karşı cinsel şiddet uygulayan, yeri gelince onu öldürme hakkını bile kendinde gören erkektir. O zaman bu bir erkek sorunudur. Çünkü erkek, gelenekler ile dini referans gösteren egemen zihniyeti reddederek üstündeki üstünlük elbisesini çıkarıp atmadıkça bu sorun ortadan kalkmayacaktır.

            Bu nedenle, erkek kendisinden kaynaklanan bu sorunun kökten yok olması için, kendisini sorgulaması gerektiğini fark etmedikçe sorunun devam edeceğini gördüm ve bir erkek olarak üstümde sorumluluk olduğunu fark ettiğim için bu yazıyı yazmam gerektiği sonucuna vardım.

            Kadına yönelik şiddet dünya çapında gittikçe yaygınlaşmaktadır. Maalesef yaygınlaşan şiddet toplumları derinden etkiliyor ve birlikte yaşamı tehdit ediyor. Elbette sadece birlikte yaşamı değil, yol açtığı kişiler arası güvensizlikten dolayı, aynı zamanda sistemin adaletsizliklerine karşı ortak mücadeleyi de olumsuz etkiliyor.

             Tüm bu yönlerden bakıldığında kadına yönelik şiddet politiktir. Ne yazık ki, kadına yönelik şiddet, son yıllarda ülkemizin de önemli bir sorunu olarak öne çıkmaktadır. Şiddet denince akla ilk gelen fiziki güç kullanımı olsa da, şiddeti sadece fiziki boyuta indirgemek, çok yaygın bir şekilde uygulanan şiddetin diğer türlerini yok saymak olur. Kuşkusuz bu, kadına yönelik şiddetle mücadelede doğru yöntemler belirlemede eksiklikler yaşanmasına yol açacaktır.

              Kadına yönelik şiddet sadece kadını ilgilendiren bir sorunmuş gibi görünse de, toplum hayatı bunun böyle olmadığını, aksine şiddetin toplumun genel sorunu olduğunu ortaya koymaktadır. Zira kadına yönelik şiddet ve bireylerin şiddet eğilimleri genel olarak bütün toplumla ilgili bir meseledir.

           Bu bağlamda yukarıda kısmen değindiğim, dünya genelini içine almış şiddet sarmalında benzer nedenler olmakla birlikte, ülkeden ülkeye toplumsal yapı ile ülke yönetiminden kaynaklanan özel nedenlerinin olduğu da su götürmez bir gerçektir. Dolayısıyla, Türkiye’de kadına yönelik şiddetin nedenleri ve sonuçlarını iyi irdelemekte yarar vardır.

             Kuşkusuz bunların başında gelen, gerek geleneksel reflekslerle gerekse din refleksiyle, kadını toplumdan soyutlamaya ve onu evinin kadını olmaya zorlama yönünde yüzyıllardır bu topluma enjekte edilen anlayıştır.

             Bu anlayışa göre kadın ikinci sınıf insandır ve kendi başına hiçbir iş yapamaz. Dolayısıyla, iş hayatında da sosyal hayatta da onu kontrol etmek ve ilerlemesinin önünü kesmek gerekir.

             Kadına yönelik şiddetin bir diğer nedeni ise, erkeğe üstünlük atfeden toplumsal yapının, kadını erkek için cinsel bir obje olarak gören anlayışla yetişen erkeğin, kadına sahiplik içgüdüsüyle hareket etmesidir. Bu içgüdüyle hareket eden erkeğin uyguladığı ve adına cinsel şiddet denen bu şiddet türü ile kadın erkek tarafından istemediği cinsel ilişkiye zorlanmaktadır.

                Kuşkusuz erkeğin bunu yapması, toplumun en küçük birimi olan aileden başlayan ve git gide topluma, oradan dünyaya yayılan, erkek çocuğa küçüklükten itibaren atfedilen üstünlüktür. Böyle düşünmeyen ve böyle davranmayan erkekleri tenzi ederek söylüyorum, ne yazık ki kendisine biçilen üstünlüğü kullanan erkek, hayatının her döneminde, kadının kendisi için olduğu psikolojisi içinde oluyor ve işi cinsel saldırıya kadar vardırıyor.

          Ayrıca toplumun alışkanlıkları ve bu alışkanlıkların bireyler ile aileye yansımaları sonucu, kız çocukları istemedikleriyle evlenmeye zorlanıyor ve çocuk yaşta evlendiriliyorlar. Yine kadınlar, teknolojik gelişmenin sağladığı olanakları kullanan erkekler tarafından, çeşitli iletişim araçlarıyla taciz ediliyorlar.

 

             Şiddet belirttiğim gibi, sadece dayak değil. Onur kırıcı, aşağılayan, küfürlü, kadını hedef alan konuşmalar şiddetin örnekleridir. Bunun yanı sıra, erkeğin elindeki mali imkânları kadını tehdit etmek için kullanması, yaptırım aracına dönüştürmesi, aile, çevre ve toplum baskısının kadını zora sokmak amacıyla kullanılması ve kadının rencide edilmesi de yaygın şiddet türleridir.

             Ayrıca, yoksulluk, yoksunluk, savaş, terör, zorunlu göç, ekonomik ve dinî baskı, toplumun genelini etkiliyor olsa da kadınları sadece “kadın” olmaktan dolayı çok daha fazla etkiliyor. Yine savaş ve krizlerde hiçbir rolleri olmadığı halde, kadınlar erkek akrabalarına acı çektirmek için tutsak edilerek, şiddete maruz bırakılmaktadırlar.

           Kadına yönelik şiddetin nedenlerine baktığımızda, nedenlerin genel ve bireysel olmak üzere iki ana başlıkta toplandığını görüyoruz. Bunlara uzun uzun değinmeyeceğim, ancak kısaca şöyle sıralayabiliriz sanırım:

           Erkek şiddetinin, toplum tarafından, “erkektir yapar” mantığıyla mazur görülmesi, şiddetin kadına güç gösterme ve kadın üzerinde otorite kurma aracı olarak görülmesi, eğitimsizlik, alkol ve madde bağımlılığı, ekonomik sıkıntılar, işsizlik, ailevi problemler ve geçimsizlik, maço erkek tipinin medya tarafından yüceltilmesi, iletişim eksikliği, biyolojik eksiklikler, çözüm bulmadaki beceri eksikliği, öfke kontrolündeki eksiklik, sosyal beceriye sahip olamama, alınganlık, dışlanmışlık duygusu, en önemlisi de özgüven eksikliği gibi faktörler şiddetin nedenleri olarak öne çıkmaktadır.

             Bence özellikle ülkemiz açısından, bu sorunun aşılamamasının ve şiddetin gün geçtikçe artarak devam etmesinin en önemli nedeni, yönetim erkini elinde bulunduranların soruna yaklaşımları ile zaman zaman en tepeden gelen, kadınla erkeğin eşit olmadıkları yönündeki açıklamalarından dolayı idare, kolluk ve yargının soruna bakışlarındaki sakatlıktır.

           Zira gelenekçi ve muhafazakâr AKP’nin iktidar olduğu 2002 yılından bu yana, kadına yönelik şiddet hızla artarken, kadını koruması gereken kolluk, olaya aile içi sorun veya kadının kusurlu olduğu önyargılı bakışıyla müdahale etmiyor.

            Yargı ise şiddet uygulayan, hatta cinayet işleyen erkeği, tahrik olduğu bahanesiyle veya mahkemedeki davranışlarına bakarak iyi hâl indirimi gibi ceza indirimlerinden yararlandırmaktadır. Bütün bunlar, içinde yetiştiği toplum yapısından dolayı şiddete yatkın olan erkeği cesaretlendirmektedir.

               Ne yazık ki, tamamı iktidarın dünya görüşünün yansımasının sonucu olan bu sorunlar yokmuş gibi, Türkiye, bu yıl kendi iç hukukunu bile yok sayarak, kendisinin ilk imzacılarından olduğu, önceki yıllarda TBMM’de oybirliği ile kabul ettiği, “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen,  Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi‘nden Cumhurbaşkanı’nın imzası ile çekildi.

              Bir başka deyişle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, korumakla yükümlü olduğu “insanın yaşama hakkını koruma” görevinden, toplumun yarısını oluşturan kadınlar açısından terk etmiş oldu. Hâlbuki herhangi bir ayırım gözetmeksizin ve yurttaş olup olmasına bakmaksızın, ülkede bulunan her insanın en önemli hakkı yaşam hakkıdır.

             Bu nedenle, yaşama hakkının korunması, temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmeler ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, devletin temel görevlerinden biri olarak hüküm altına alınmıştır. 

              Sayıları çok olmamakla birlikte, kadına yönelik şiddet hususunda yapılan ulusal ve uluslararası çalışmalar, şiddetin evrensel bir sorun olduğunu ortaya koyuyor. Zira kadına şiddet, din, dil, ırk farkı olmaksızın uygulanan en yaygın şiddet biçimi olarak öne çıkıyor.

             Türkiye için kısa bir örnek verirsek, 2014 yılında yapılan bir araştırmaya göre ülke genelinde yaşamının herhangi bir döneminde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı %36’dır. Bu oran 2008 araştırmasında %39’dur.

            Türkiye’de kadına uygulanan şiddet sorunuyla ilgili çözüm arayışları, hem sivil kuruluşlarca hem de kamu kuruluşlarınca ele alınmaktadır. Ülkenin gittikçe daha çok kanayan bir yarası olan bu sorunun ortadan kaldırılması için ciddi yaklaşımlar sergilenmiş ise de, cehalet, geleneksel bakış açısı, yanlış uygulamalar ve ilgili sorumlu makamlarca bu yanlışlıkların düzeltilmesine dair yeterli çabanın sarf edilmemesinden dolayı yeterli mesafe alınamamıştır.

            Dini referans gösteren, sapkınlık derecesindeki değerlendirme ve açıklamalar ile erkek egemen yapıyı destekleyen geleneksel anlayış bu acı tablonun nedenleridir. O zaman şimdi hep beraber:

“EVDE, İŞTE, SOKAKTA KISACASI HAYATIN HER ALANINDA, KADINA ŞİDDETE HAYIR!” deme zamanıdır.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.