ALTIN
 2.498,71
DOLAR
 32,5315
STERLİN
40,6457
EURO
 34,6836

 

 

             Bazı siyasetçiler vardır, söyledikleri insanlara eğlenceli gelir. Günümüzde bu siyaset tarzını kim temsil ediyor diye bir soru sorulsa, eminim ki toplumun ezici çoğunluğu Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati diyecektir.

              Bakan oluşunun üzerinden uzun zaman geçmiş olmasa da, birkaç aylık bakanlığında konuştuklarıyla bu tarz bir siyasetçi olduğunu katılıyor. Dikkat edin yaptıklarıyla demiyorum, konuştuklarıyla diyorum. Zira yeni sistemde her şeye tek kişi karar verdiği için bakanlar sadece ismen varlar.

             Evet, uzun süredir enflasyonun düşeceği tarih konusunda gelgitler yaşayan ve her seferinde başka bir tarih veren Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati katıldığı bir toplantıda, "Enflasyonun Aralık ayından itibaren her ay nasıl düştüğünü göreceksiniz" dedi.

              Doğrusu insan Bakanın bu açıklamasını duyunca ister istemez, "Acaba enflasyona bilerek mi müdahale edilmiyor?" diye düşünmeden edemiyor. Öyle ya mademki elinizde enflasyonu düşürecek formül var, bu ülke insanının elinde ne varsa yutan bu canavarı hemen durdurun, neden Aralık ayını bekliyorsunuz?

               Dedim ya acaba bilerek mi müdahale edilmiyor diye. Neden olmasın? Dövizin yükselmesinde yaşananı unutmadıysanız olabileceğini pekala düşünürsünüz. 2021 yılının ikinci yarısında, Merkez Bankası'nın peş peşe aldığı faiz indirim kararları sonrası Türk Lirası hızla değer kaybetmiş ve Dolar, Euro rekor üstüne rekor kırmışlardı.

               Böylece Eylül 2021'de 8-10 lira seviyesinde olan Dolar, Euro, Aralık ayında 18-20 liraya çıktıktan sonra, 20 Aralık 2021 tarihinde Kur Korumalı Mevduat Hesabı uygulamasına geçilmiş ve Dolar 12, Euro ise 13,5 lira seviyesine gerilemişti. İlginçtir sanki aldıkları kararlarla Türk Lirası'na değer kaybettiren kendileri değilmiş gibi, iktidar ile yandaşları bu düşüş üzerine zafer kazanmış havası estirmişlerdi. Bakıyorum şu anda Dolar 14,60, Euro 15.90 lira seviyelerinde. Yani 2021 Eylül ayı sonuna göre, iki para biriminde 6'şar lira artış söz konusu.

             Ancak bunu sorgulamayanlar, Kur Korumalı Mevduat Hesabı uygulaması ile bankaların ödeyeceği faizi hazineye yüklemeyi, dünya ticaretinde kullanılan her iki para biriminin 3'er lira düşmüş olmasını başarı diye topluma yutturmaya çalışıyorlar.

              Nasıl? Önce "Faiz sebep enflasyon sonuç" dayatması ile faizi düşürüp dövizi rekor seviyede yükselt, sonra milletin cebinden aldığın vergiyi paradan para kazanan bir avuç rantiyeciye peşkeş çekerek kısmen düşür ve zafer kazan.

                Doğrusu güzel bir taktik. Kısa ve öz olarak buna, "oyun içinde oyun" denir. Türk Lirasına değer kaybettir enflasyonu artsın, milyonlarca çalışan, emekli, çiftçi, esnaf gelir kaybına uğrayıp yoksullaşsın, Kur Korumalı Mevduat Hesabı gibi garip bir uygulama ile bankaların mevduat sahiplerine ödeyecekleri faizin yükünü yoksullaştırdığın halkın sırtına yükle, ondan da başarı hikayesi çıkar.

              Peki, seçimlere yaklaşık 14 ay kalmışken, aynı oyunun enflasyonda oynanmaması için bir neden var mı? Yok elbette. Zira Bakanın enflasyon düşecek, dediği Aralık ayında normal seçim zamanına altı ay kalmış olacak.

                     O zaman, TÜİK marifetiyle Aralık ayından itibaren enflasyonu resmi rakamlarla her ay 3-5 puan düşmüş göstermek pekâlâ mümkün. Alın size iktidarı başarılı göstermek için oynanması muhtemel, oyun içinde bir oyun daha.

               Enflasyonun yükselmesine seyirci kal sonra da TÜİK marifetiyle resmi rakamla %80-90'lardan %40-50'lere düşmüş göster. Sonra da enflasyonu düşürmek yeteneğine sahip Cumhurbaşkanı ve iktidar algısıyla seçimlere git. Demem o ki, siz hazırlıklı olun, iktidar Aralık ayından itibaren zirveye çıkmış olan enflasyonu düşmüş göstererek seçimlere gidecek ve iktidarda kalmaya çalışacak. Yani biraz daha dişinizi sıkın, şunun şurasında hükümetin, enflasyonu düşüreceği Aralık ayına 8 aycık gibi bir zaman kaldı.

 

 

               12 Nisan 2022 tarihinde toplanan ve 2 saat süren kabine toplantısı sonrası açıklamalarda bulunan partili Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Ek istihdam sağlamayı taahhüt eden firmaların işe alacakları her işçinin 3 veya 6 ay boyunca tüm ücretleri ve sosyal destek primlerini Çalışma Bakanlığı karşılayacak" dedi.

              Sanıyorum bu uygulama için en doğru tanım, işçinin parasını işverene peşkeş çekerek, bir taşla birkaç kuş birden vurma uyanıklığı olacaktır.

            Nasıl mı? Açıklamaya çalışayım: Öncelikle şunu belirteyim, partili Cumhurbaşkanı'nın "ek istihdam" açıklaması oldukça muğlâk ve işverenlerce suiistimal edilecek bir açıklama. Zira bugüne kadar çıkarılan istihdam teşvik paketlerinin suiistimal edildiğini ve hiçbirinin beklenen sonucu vermediğini bilmeyen yoktur.

            Gelelim işverenlere kıyak anlamında olan şu ek istihdama. Sahi ek istihdam nedir? Bilen bir açıklasa da biz de öğrensek. Mesela herhangi bir işverenin ek istihdam yaratmasının kıstası nedir? Bunu tespit edecek mekanizmalar var mı? Özel sektörde kaç işyerinin bilimsel kriterlerle belirlenmiş personel kadrosu vardır?

              Özellikle taahhüt işi yapan ya da sipariş üzerine üretim yapan işverenin, işi yetiştirmek için bir süreliğine fazla işçi çalıştırması ek istihdam olarak mı kabul edilecek? Ya da az işçiyle çok iş yapma alışkanlığı edinmiş olup daha fazla işçi çalıştırmaktan imtina eden işverenlerin, bu uygulamayı fırsata dönüştürmeleri ve 3 veya 6 ay neyse destek vereceğiniz süreyle işçi çalıştırmaları ek istihdam sayılacak mı?

                      İşverenlerin, bu destekten yararlanmak üzere mevcut işçileri işten çıkarmalarının veya işçileri işten çıkmaya zorlamalarının önüne geçecek tedbirleriniz var mı? Ek istihdam desteği bittiğinde, bu işçiler istihdamda kalabilecekler mi? Sorular... Sorular... Sorular... Bu sorular ve daha fazlası işin idari yönüyle ilgili cevaplandırılması gereken sorular. Bu işin bir de mali boyutu var tabii.

            Cumhurbaşkanı'nın, işçilerin ücretleri ile sosyal güvenlik destek primlerini ödeyeceğini söylediği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu parayı nereden ödeyecek? Elbette İşsizlik Sigortası Fonu'nda birikmiş işçinin parasından. Yani işçiyi çalıştırman ve onun emeği ile ürettiğinden para kazanan işveren daha çok kazansın diye, çalıştırdığı işçinin ücreti ile SGK primi, 3 veya 6 ay boyunca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın yönetiminde olan İşsizlik Sigorta Fonu'ndan ödenecek.

             Peki, işsizlik Sigorta Fonu'ndaki para kimin? Elbette işçinin. Gördüğünüz gibi, işçinin emeği ile ürettiğini pazarlayan işveren kazandığı paranın tamamını cebine indirirken, işçiye ödeyeceği ücret ise işçinin işsiz kaldığında kendisine verilsin diye devlete emanet ettiği parasından karşılanacaktır. Bu durumda aslında işsiz olan ve işsizlik sigortasından yararlanan işçi istihdamdaymış gibi gösterilecek.

                 Zira işçiye ücret diye ödenecek para ile SGK'ye prim olarak yatırılacak para, işçinin işsiz kaldığında, kendisinin ve ailesinin asgari koşullarda yaşamalarını sağlamak üzere kendisine verilsin diye devlete emanet ettiği birikimidir. Yani devlet kendisine emanet parayı paranın gerçek sahibine değil, onu çalıştırıp sırtından para kazanan işverene veriyor. O zaman kimse bu para işsiz kalan işçiye veriliyor diyemez.

             Dâhiyane bir çözüm değil mi? İşçiyi çalıştır kazan, çalıştırdığın işçinin ücreti kendisinin birikiminkinden karşılansın yine kazan.

                Sizce neden bu para direkt işsize değil de işsizi çalıştırıp onun sırtından para kazanacak işverene veriliyor? Cevabı çok basit; bununla iktidar işsizliğe çözüm buldu başarısı ile taltif edilecek. Böylece başarısız ekonomik politikasının üstünü kısmen de olsa örtmüş olacak.

             Tüm bu oyunların, bir muhtemel bir de kesin kazançlı iki tarafı var. Muhtemel kazançlı çıkmayı amaçlayan, kendi batırdığı ekonomiyi düzeltmiş algısı ile iktidarını sürdürmeyi hedefleyen iktidar. Kesin kazançlı ise, iktidarın defalarca çıkardığı teşvik paketleri ile kaynak aktardığı sermayedir.

              Daha önceki yazılarımda defalarca bu iktidarın dört dörtlük bir sermaye iktidarı olduğunu, bu özelliğinden dolayı krizleri bile sermayeye kaynak aktarma fırsatına çevirdiğini yazmıştım. Dolayısıyla, burada asıl çalışanların temsilcisi olan sendikaların ne yapacakları önemli.

               Çalışanların temsilcileri sendikalar ile konfederasyonlar, bugüne kadar çıkarılmış tüm teşvik paketlerinde olduğu gibi, bu sefer de iktidarın işçinin parası ile emeğini işverenlere peşkeş çekmesine seyirci mi kalacaklar? Yoksa artık yeter mi diyecekler? Asıl cevaplandırılması gereken soru bu diye düşünüyorum!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.