ALTIN
 2.498,71
DOLAR
 32,5315
STERLİN
40,6457
EURO
 34,6836

 

 

             Bir önceki bölümde, DİSK’i ve bağımsız sendikaları sendikal mücadeleden tasfiye etmek üzere hazırlanan yasa değişikliklerinin TBMM’de kabul edilmesi üzerine DİSK’in çağırısıyla 15-16 Haziran 1970 tarihlerinde on binlerce işçinin işyerlerinden alanlara çıktığını belirtmiştim.

              15-16 Haziran direnişi olarak tarihe geçen bu direniş, yasa değişikliklerini geri püskürttü ve DİSK yoluna devam etti. 12 Eylül 1980 faşist darbesine kadar, 1970-1980 yılları arasında yaptığı toplu sözleşmelerle sermaye ve hükümet politikalarına karşı ciddi bir mücadele verdi.

          Başta MESS grevleri olmak üzere, sayısız grev ve direnişler ile 1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nün ülkemizde kutlanması gibi eylemlerle gündeme oturan DİSK, Türkiye işçi sınıfının umudu oldu.

               Üstelik DİSK bu dönemde, işçilerin haklarını savunmak için verdiği mücadelelerle kalmadı, Türkiye demokrasisi için de önemli direnişler sergiledi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) direnişi ile faşizme ihtar eylemleri bunların en önemlileriydi.

              1970-1980 arasındaki 10 yıllık süreçte, TÜRK-İŞ’ ten ayrılan sendikaların katılımı ve birçok işyerinde örgütlenen DİSK hızla büyüdü. 12 Eylül darbesi faaliyetlerini durdurduğunda, DİSK’in üye sayısı 600 bine ulaşmıştı.

            Yükseliş nedeniyle, DİSK’i durdurmayı kafasına koymuş olan yerli ve yabancı sermaye, ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak istikrarsızlaştırarak askeri darbeye zemin hazırladı. Darbeye zemin hazırlama sürecinde, DİSK’e yani işçi sınıfına da bedeller ödetildi.

             DİSK’in çağrısıyla, 1977 yılı 1 Mayıs‘ında Taksim’de bir araya gelen ve 1 Mayıs Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü’nü şenlik havasında kutlayan yüz binlerce insanın üzerine alana hâkim noktalardan ateş açılması sonucu 36 emekçi hayatını kaybetti.

             Süreçte DİSK’in öncülüğünde yapılan birçok grev ve direniş saldırıya uğradı. DİSK’in kurucu Genel Başkanı, Türkiye İşçi Sınıfı’nın unutulmaz önderi Kemal Türkler 22 Temmuz 1980 tarihinde faşist kurşunlara hedef oldu ve hayatını kaybetti.

              Sermaye ve iktidarının amacı, Türkiye’yi otoriter baskıcı bir yönetime sürüklemekti ve bu da ancak askeri darbe ile mümkündü. Çünkü 24 Ocak 1980 tarihinde açıklanan yeni liberal ekonomik programı demokratik bir ortamda hayata geçirmeleri mümkün değildi. Bu nedenle, büyük işçi direnişinin üzerinden 10 yıl geçmişken 12 Eylül faşist darbesi yapıldı.

              Darbenin ilk hedefi DİSK ve bağlı sendikalar oldu. Haklarında çeşitli davalar açıldı. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde açılan DİSK ana davasında askeri savcılık hazırladığı iddianamede, DİSK yöneticilerinin, işçi sınıfının iktidarına dayanan proletarya sosyalizmini kurmayı amaçlayan, Marksist-Leninist illegal, ihtilal örgüt yöneticiliği yaptıklarını ileri sürerek DİSK ve bağlı sendikaların 52 yöneticisi hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 146/1. maddesini ihlalden idam cezası istedi.

                  Savcılık iddianamede ayrıca, DİSK’in 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 15/L maddesi ve 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 30/4. maddesi uyarınca kapatılmasını da talep etti. DİSK davasında idamla yargılanan Genel Başkan Abdullah Baştürk ile yönetimdeki arkadaşları, yalnızca kendilerinin yönetimde oldukları dönemi değil, DİSK’in geçmişinin tümünü savunarak büyük bir direnç gösterdiler.

              İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi, 1986 yılında yöneticilere çeşitli cezalar vererek DİSK ve bağlı 28 sendikanın kapatılmasını karara bağladı. Bu karara karşı DİSK avukatları Askeri Yargıtay’a temyiz başvurusunda bulundular.

             Askeri Yargıtay 16 Temmuz 1991 tarihinde verdiği kararda, 12 Nisan 1991 yürürlüğe giren 3713 sayılı kanunla suçun unsurları ortadan kalktığından, yöneticilere verilen cezalar ile DİSK ve bağlı sendikaların kapatılması kararının resen kaldırılmasına karar verdi.

             Bu karar üzerine, DİSK ve bağlı sendikalar mücadelede yeniden yerlerini aldılar. Elbette 12 Eylül döneminin sendikal kanunları olan 2821 sayılı Sendikalar ile 2822 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt kanunlarında bulunan %10 işkolu barajını, istifa ve üyelikte noter şartı engellerini aşmak ve örgütlenmek çok kolay değildi.

             Üstelik DİSK’in 12 Eylül öncesi üyelerinin büyük çoğunluğu ya emekli olmuş ya da başka sendikalara üye olmak zorunda kalmışlardı. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, DİSK’in azimli ve kararlı kadroları kısa zamanda bu zorluğun üstesinden geldiler.

             DİSK’e bağlı birçok sendika kısa zamanda %10 işkolu barajını aştı ve Toplu İş Sözleşmesi yapma yetkisi aldı. Yani 12 Eylül faşizminin Anayasası ile kanunlarındaki engeller aşılarak işlevsiz hale getirildi.

              Öte yandan, Türkiye’de çalışanlara farklı statüler verilmesi, çalışanların işçi ve memur gibi suni ayrımlara tabi tutulması, kamu çalışanlarının örgütlenmesinin önünü kesmenin aracı olarak yıllarca kullanıldı.

          Hâlbuki 1961 Anayasası‘nda tüm çalışanlara sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkı tanınmıştı. Bu düzenleme, Türkiye’nin imzalayıp taraf olduğu temel hak ve özgürlüklere dair uluslararası sözleşmelere uygun bir düzenlemeydi. Ancak işçi sendikalarının statüleri ile toplu sözleşme haklarının düzenlenmesinde olduğu gibi, kamu çalışanlarının sendikal haklarını düzenleyen kanuni düzenleme, Anayasa’nın kabulünden 4 yıl sonra 1965 yılında çıkarılan 624 sayılı kanunla yapıldı.

               624 sayılı kanun içinde birçok yasak bulunduran, toplu sözleşme ve grev hakkını içermeyen bir kanundu. Her şeye rağmen 1971 yılına kadar kullanıldı. Kuşkusuz bu 6 yıllık süreçte, kamu çalışanları alanında kurulan sendikaların en güçlüsü, 1968, 1969 ve 1970 yıllarında direniş ve eylemlerle zamanın iktidarını sarsan, kısa adı TÖS olan Türkiye Öğretmenler Sendikasıydı.

               Ancak 1961 Anayasası’nın kamu çalışanlarına tanıdığı sendikalaşma hakkı, 12 Mart 1971 darbesinden sonra yapılan anayasa değişikliği ile anayasadan çıkarılınca bu sendikalar derneklere döndüler.

              12 Eylül darbesine kadar faaliyette kalan bu derneklerin öne çıkanları, TÖB-DER, TÜS-DER ve TÜM-DER gibi genele hitap eden derneklerdi. Bunların yanı sıra, 12 Eylül 1980 öncesi işyeri düzeyinde birçok memur derneği faaliyet yürütüyordu. 

               Maalesef Türkiye’nin parçalı sistem içi siyasetinin her bir aktörü, kendi siyasi anlayışına paralel sendikalar kurdurmayı da ihmal etmedi. Bu çerçevede 1970 yılında milliyetçi düşünceye sahip Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK), 1976 yılında ise milli görüş çizgisindeki Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu HAK-İŞ kuruldu. MİSK 12 Eylül sonrasında sendikal yaşamdan tamamen çekilirken HAK-İŞ sendikal alanda yer almaya devam ediyor.

             24 Ocak 1980 tarihinde ilan edilen ekonomik kararlar ülkeyi uluslararası sermayeye entegre etme ve onun taleplerini hayata geçirme programıydı. Elbette bu program uzun süredir hazırlıkları süren, bir programdı.

              Nitekim yukarıda kısmen açıkladığım gibi, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısında ülkenin ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa sürüklenmesi, 1977 1 Mayıs katliamından itibaren ülkede şiddetin sistematik bir şekilde tırmandırılması, çatışmalar, saldırılar, katliamlar, peş peşe gelen suikastlar hepsi darbeye zemin hazırlamak içindi.

             Kuşkusuz adına istikrar programı denen, uluslararası sermayenin zamanın iktidarı Milliyetçi Cephe hükümetine aldırdığı 24 Ocak kararlarının uygulanması bir başka deyişle yeni liberal programın hayata geçirilmesi için Türkiye’nin dikensiz gül bahçesi haline getirilmesi gerekiyordu. Bu ise işçi sınıfı ile emekçi halkın susturulmasıyla mümkündü.

             12 Eylül darbesi, başta işçi sınıfının sendikal ve siyasal yapıları olmak üzere, ülkedeki tüm demokratik yapıları baskı ve zulümle susturuldu. Ülke adeta açık cezaevi haline getirildi. DİSK ve bağlı sendikaların faaliyeti durdurulup, yönetici ve temsilcileri sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanırken, TÜRK-İŞ Genel Sekreteri darbe hükümetinin Çalışma Bakanı olarak atandı. 

                 Bu durum 1980’li yılların ortasına kadar sürdü, 1985 yılından itibaren İşçi Sınıfı 12 Eylül’ün, kendisini korkuyla sindiren baskısını aşmaya hareketlenmeye başladı. Özellikle DİSK ve bağlı sendikaların faaliyetlerinin durdurulması neticesi sendikasız kalan işçilerin büyük kısmı TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalara üye olurken, çok az bir kısmı ise bağımsız sendikalarda örgütlendiler.

              1984 yılında yapılan TÜRK-İŞ Genel Kurulu’ndan itibaren sendikal hareket, üstündeki ürkekliği atmaya başladı. Elbette bunda alttan gelen basıncın önemli bir payı vardı. Zira 12 Eylül öncesinde DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlüyken, darbenin DİSK’in faaliyetini durdurmasından dolayı zorunlu olarak TÜRK-İŞ’e bağlı sendikalara üye olmuş darbe öncesinin öncü işçileri, işyerleri ile şubelerde etkili olmaya başlamışlardı.  

                  Bu basınç nedeniyle, TÜRK-İŞ 12 Eylül darbesinin ürünü 2821 sayılı sendikalar ile 2822 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt kanunlarının anti sendikal yapısını eleştirmeye başladı.

              Nitekim bu yasalarda bulunan, üyelik ve istifada Noter şartı, %10 işkolu barajı, %50+1 işyeri barajı ve uzun yetki prosedürü gibi düzenlemeler sendikaların örgütlenmelerini ve toplu sözleşme yapmalarını neredeyse imkânsız hâle getiriyordu.

            Yazı serimiz, 1989 Bahar eylemleri, kamu çalışanlarının örgütlenmeleri ve DİSK’in sendikal hayata dönmesi gibi konularla devam edecek. Bir dahaki bölümde buluşuncaya kadar hoşça kalın, sağlıcakla kalın!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.