ALTIN
 2.439,70
DOLAR
 32,4504
STERLİN
40,7959
EURO
 34,8290

 

 

          Bugün 6 Eylül, Türkiye tarihinin karanlık sayfalarından birinin yıldönümü. Bundan tam 67 yıl önce, İstanbul ve İzmir’de gayrimüslim azınlıklara saldırıldı. Tarihe 6-7 Eylül olayları olarak geçen ve iki gün süren olaylarda 16 kişi hayatını kaybederken, çok sayıda insan yaralandı.

               Tespitlere göre; 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar bulunan 5317 mekân saldırıya uğradı. Yakıldı, yıkıldı ve talan edildi.

 

Peki, olayların çıkış nedeni neydi? Saldıranlar kimlerdi ve nereden gelmişlerdi?

 

             6 Eylül öğlen saat 13.00’te radyodan geçen bir haber olayları ateşleyen kıvılcım oldu. Zira radyo, Atatürk’ün Selanik’te bulunan evinin bombalandığı haberini geçmişti. Bu haberin hemen ardından, günlük 20 bin tirajı bulunan İstanbul Ekspres gazetesi, bu habere yer verdiği ikinci baskıya girdi ve bastırdığı 290 bin adet gazete, Kıbrıs Türk’tür cemiyeti üyelerince dağıtıldı.

           Zira olayların yaşandığı günlerde, daha doğrusu 1955 yılında Kıbrıs ağırlıklı gündem maddesiydi. Bir yandan adada çatışmalar yaşanırken, diğer yandan sorun etrafında yoğun tartışmalar dönmekte ve görüşmeler yapılmaktaydı.

            Kıbrıs meselesi etrafında yaşananlar, Türkiye’de gazeteler tarafından manşetten verilmekteydiler. Gazeteler zaman zaman Türkiye’de yaşayan Rum’ları hedef alan yayınlar yapmak suretiyle toplumu infiale sürüklüyorlardı. Bütün bu provokatif haber ve yorumlar, özellikle İstanbul ve İzmir’de günlük ticaretin önemli bir kısmını elinde tutan Rum vatandaşları tedirgin ettiği için, onlar da zaman zaman işyerlerini açmayarak tepki veriyorlardı.

                Bu haberlerin en can alıcı olanı Hürriyet gazetesinde yayınlanan, İstanbul ve İzmir’de yaşayan Rum’ların Kıbrıs Türk’lerine saldıran Rum örgütlerine yardım için aralarında para topladıkları haberiydi. Gazetelerin bu kışkırtıcı haberlerinin yol açtığı infialin üzerine birde Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberi yayınlanınca olayların fitili ateşlenmiş oldu.

             Aylardır süren ve bir yerlerden aldıkları talimatla gerginliğin tırmanmasına yol açacak yayınlar yapan gazetelerin körüklediği gerginlikle, 6 Eylül tarihinde İstanbul ve İzmir’de Rum azınlığa yönelik saldırılar başladı.

              İstanbul’da Rum nüfusun yoğun olarak yaşadığı Taksim- Beyoğlu bölgesinde yoğunlaşan saldırılar sırasında, kamyonlarla taş ve sopa taşınması olayların bir merkezden organize edildiğini gösteriyordu. Saldırı sadece Rum’ları değil, Ermeni, Yahudi ve Süryani azınlıkları da hedef almıştı.

              Olayların, Türkiye’de aydınlatılamayan diğer birçok olay gibi tam olarak aydınlatılıp kimler tarafından nasıl ve hangi gaye ile organize edildiği açıklanmasa da Kıbrıs meselesi etrafında yaşananlar, ana nedeninin bu mesele olduğunu ortaya koymaktaydı.

              Nitekim olayların yaşandığı günlerde, Londra’da Kıbrıs sorunuyla ilgili görüşmeler yapılmaktaydı. Kimilerine göre, iktidarda bulunan Demokrat Parti görüşmelerde elini güçlendirmek için olaylara göz yummuştu.

              Olayların 1952 yılında Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde oluşturulan Özel Harp Dairesi tarafından organize edildiği uzun yıllar tartışıldı. Olaylar, Türkiye’de yaşayan gayrimüslim Rum, Ermeni, Yahudi ve Süryani azınlıklara karşı girişilen ırkçı ve acımasız bir Özel Harp Harekâtıdır.

             Nitekim olaylar sırasında NATO antlaşması çerçevesinde antikomünist bir yapı olarak oluşturulan Özel Harp Dairesi veya diğer adıyla Türk Gladyosu’nun başında bulunan Sabri Yirmi beş oğlu emekli olduktan sonra verdiği bir röportajda, “6-7 Eylül olayları Özel Harp projesiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi” .

            Derken, zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise galiba dozu biraz kaçırdık diyerek olayların devlet organizasyonu olduğunu itiraf ediyordu.

              Nitekim Atatürk’ün evinin bombalandığı yalanına zemin hazırlamak için Atatürk’ün evine dinamit koyan Oktay Engin ile olaylar sırasında Taksim’de yağmacıları, elinde bulunan liste ile azınlık mensuplarının işyerlerine yönlendiren Mürşit Yolgeçen daha sonra vali olarak görev yapacaklardır.

               Saldırıyı gerçekleştirenler genelde Adapazarı ve İzmit’ten taşınanlar olduğu, ancak Erzincan, Kastamonu, Sivas gibi şehirlerden de insan taşındığı bilinmektedir. Bu olaylar Türkiye’de devletin bazı vatandaşlarını korumadığını veya korumak istemediğini göstermiştir.

            Olayların ardından binlerce Rum vatandaş ülkeyi terk etti. Bu terk edişin ekonomik etkileri de oldu. O güne kadar sermayeyi elinde tutan azınlık mensuplarının yerini Türk’ler aldı ve sermaye el değiştirmiş oldu. Bu durum, olayların asıl nedeninin sermayenin el değiştirmesini sağlamak olduğunu ortaya koyuyor.

             Olaylar, devleti yönetenlerin basiretsizliklerinin üstünü örtmek için din ile ırkçılığı kullanmalarının, önüne geçilemeyecek olaylara yol açabileceğini kanıtlamıştır.

             Hele hele Türkiye gibi, bu gerekçeleri satın almaya teşne, bazı merkezlerin yönlendirmesiyle harekete geçmeye hazır kitlelerin olduğu ülkelerde, bunların yaşanması kaçınılmazdır. 

               Asıl üzerinde durulması gereken ise olaylardan ders çıkarılmamış olmasıdır. Nitekim devleti yönetenlerin nefret saçan ayrıştırma söylemleri devam ediyor. Maalesef bu ayrıştırma artık sadece, din, dil, etnik kimlik, mezhep farklılığı üzerinden yapılmıyor.

             İktidar gibi düşünmeyen sistem içi partilerin yöneticileri, hatta üyeleri ile destekçileri bile, terör destekçisi, dış güçlerin maşası, hain gibi yaftalamalarla hedef gösteriliyorlar. Yine gerek Kürt sorunu üzerinden süren yüksek ayrıştırma politikası, gerekse ülkelerindeki iç savaş nedeniyle Türkiye’ye sığınmış olan Suriyelilere yönelik söylemler, 6-7 Eylül olaylarına yol açan nefret söylemlerinin bugünün Türkiye sinde de devam ettiğini gösteriyor. Kürt sorununun demokrasi içinde çözümü için adım atılmadığı gibi, binlerce yıldır bu topraklarda birlikte yaşayan Türk ve Kürt halklarını ayrıştıran, eylem ve söylemler devam ediyor.

            Maalesef yukarıda değindiğim gibi, ülkedeki ayrıştırma politikası, sistem içi muhalefeti bile içine alır noktaya ulaştırılmış bulunuyor. İktidar bloğu, kendisine muhalefet edilmesini devlet düşmanlığı olarak açıklıyor.

            Yıllardır bu devleti yöneten iktidarlar, etnik, dini, mezhepsel ve sınıfsal farklılıkları, kendisine destek sağlamak üzere siyasi kazanıma dönüştürme çabası içinde oldular. Bu nedenle ülkede demokratik siyasetin yolu hep kapatıldı. Maalesef yıllardır uygulanan bu politika değişmedi, katmerleşerek devam ediyor.

             Bu nedenle iktidar bloğu gibi düşünmeyen milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor, tutuklanıyorlar. Seçilmiş belediye başkanları ile belediye meclis üyeleri görevden alınıyor, yerlerine kayyum atanıyor. Yani halkın iradesi yok sayılıyor. Üstelik bütün bunlar terör gerekçesine dayandırılıyor.

             Kuşkusuz bu uygulama ve söylem toplumu kamplaştırmakta, halklar arası nefreti körüklemekte ve ayrışmayı derinleştirmektedir. Yine 6-7 Eylül olaylarında, dönemin gazetelerinde İstanbullu Rumların zenginliği ve refahınım Türklerle kıyaslanması, “Bizim gibi yaşamıyorlar” denmesine benzer bir şekilde, bugün de devletin Suriyelilere birtakım avantajlar sağladığına dair haberler yayınlanması, halkın tepkisini, haksız iç savaşın mağduru Suriyelilere yöneltmektedir. Elbette bunun en önemli nedeni, iktidarın Türkiye yabancısı insanların bir yandan ucuz işgücü olarak kullanılmasına göz yumması diğer yandan iktidarının devamı için kullanmaya hazırlık yapmasıdır.

             Maalesef iktidar Suriyeli göçmenleri sadece iç politikada değil, AB’ye karşı da kullanmaktadır. İktidar, AB ile yaptığı anlaşma gereği batıya geçişlerini engellediği göçmenleri, zaman zaman “Kapıları açarım!” diyerek, ülkede yaptığı insan halkları ihlallerine karşı yükselen sesleri bastırma aracı olarak kullanmaktadır. 

             Hâlbuki Suriyelilere mülteci statüsü verilmemiş, geçici misafirlik statüsü verilmiş ve bu insanların sermaye tarafından ucuz işgücü olarak kullanımlarına zemin hazırlanmıştır. Yine Suriyelilere yapılan yardımın büyük bir kısmı Birleşmiş Milletler ile Avrupa Birliğinden geldiği halde, hükümet daha fazla taviz koparmak için yardım gelmiyormuş gibi göstermektedir.

             Tüm bunlar iktidarın kendi politikalarını hayata geçirmek için, zorunlu olarak ülkemize göç etmiş bu insanları içeride ve dışarıda kullandığını göstermektedir. O zaman yapılacak şey; bu yoksul insanları hedef almak yerine, onların ülkelerine dönmelerinin zeminini sağlayacak adımlar atılması için çaba sarf etmektir.

             Evet, üzerinden 67 yıl geçmiş olan 6-7 Eylül olaylarından ders çıkarılması ve bir daha bu tür olayların yaşanmaması için başta ülkeyi yönetenler olmak üzere, herkesin bu tür olayları tetiklemesi muhtemel nefret dilini terk etmesi gerekiyor. 

 

BİR DAHA YAŞANMAMASI İÇİN; 6-7 EYLÜL’Ü UNUTMA, UNUTTURMA!

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.