ALTIN
 2.245,43
DOLAR
 32,1652
STERLİN
40,7273
EURO
 34,9060

 

 

               2002 yılının kasım ayında iktidar olan AKP’nin önemli özelliklerinden biri, “Torba Kanun” hatta “Torba Anayasa” değişikliğini muhalefeti köşeye sıkıştırmak amacıyla taktiksel olarak kullanabilme becerisini gösteriyor olmasıdır.

            Zira dikkatle takip edildiğinde çok açık görülecektir ki, iktidar Torba Kanun yöntemiyle zaman zaman toplumun bir kesiminin yararlanacağı kanun düzenlemesi yaparken, kendi dünya görüşünü uygulamaya koyacağı birtakım maddeler ile sermayeye verilecek teşviklere dair pek çok maddeye hazırladığı kanun teklifinde yer vererek kanunu bir bütün olarak TBMM’den geçirmektedir.

              Zira AKP bu yöntemle toplum yararına kanun çıkarmış görüntüsü vermenin yanı sıra, karşı çıkacak olan muhalefeti, "Bunlar size menfaat sağlayacak düzenlemelere karşı çıkan münafıklardır" diye rahatlıkla şikâyet edebilmektedir.

             Nitekim 2010 yılında, özellikle yargı erkini eline geçirmek için o zaman iktidar ortağı olan paralel yapıyla el ele hazırladığı anayasa değişikliğinde de aynı yöntemi izlemişti. 12 Eylül 1980 darbesini yapan generallerin sözde yargılanmasının önünün açılacağına dair düzenleme ile sendikal haklara ilişkin, uygulamada çok da karşılığı olmayan birkaç maddeyi içine attığı anayasa değişiklik paketini, 12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunmuş ve kabul edilmesini sağlamıştı.

               Paketin asıl amacı olan yargıyı ele geçirme düzenlemesini toplumdan gizlemek üzere, propaganda döneminde 12 Eylül faşist cunta üyelerine yargılama yolu açıyoruz, kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı getiriyor ve emeklilerin de bu sözleşmeden yararlanmalarını sağlıyoruz, bir kişi iki sendikaya üye olabilecek gibi başlıklar öne çıkarılmıştı.

                Halbuki bu düzenlemelerin uygulamada pek fazla karşılığı yoktu. Söz gelimi, değişiklik ile 12 Eylül darbesi sorumluları ile onların emir ve talimatlarını uygulayanların yargılanmasının önünü kapatan, Anayasanın geçici 15. maddesinin yürürlükten kalkması ile yapılan suç duyurularının ardından, darbeyi yapan 5 generalden halen hayatta olan dönemin Genelkurmay Başkanı, Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya 4 Nisan 2012'de, yani darbeden 32 yıl sonra yargılanmaya başlandılar.

              Ancak dosyanın temyiz isteminin Yargıtay'da görüşülmesi sürecinde iki isim artık hayatta olmadığından dava düştü. Yani 12 Eylül faşist darbesinin yarattığı toplumsal tahribat ile yol açtığı kurumsal ve bireysel mağduriyetlere sebep olanların, yargıda hesap vermelerini sağlamaya dair herhangi bir adım atılmadı.

              Öte yandan daha sonra kamu görevlileri sendikalarına toplu sözleşme yapma yetkisi tanımak üzere Nisan 2012’de çıkarılan 6289 Sayılı Kanun uluslararası normlardan uzak, işkolu düzeyinde en çok üyeye sahip sendika ile tüm işkolları toplamında yetkili en çok sendikanın üye olduğu konfederasyonun hükümet ile protokol yapmaya yetkili olduğu, grev hakkı tanınmayan bir toplu sözleşme düzeni getirildi.

               Emeklilerin masada temsilini sağlayacak herhangi bir düzenlemeye yer vermeyen bu kanuna göre yetkili konfederasyon ile hükümet arasında imzalanan protokoldeki ücret artış oranları, kamu çalışanı emeklileri ile onların hak sahiplerinin aylıklarına yansıtılmaktadır.

              İki sendikaya üye olma hakkı denen ise özellikle yarım zamanlı aynı işkolunda farklı işyerlerinde çalışan işçilerin, her bir işyerinde varsa yetkili sendikaya üye olmasına olanak tanıyan bir düzenlemeydi. Kısacası, yukarıda belirttiğim gibi, anayasa değişiklik paketinin asıl hedefi olan yargıyı ele geçirme hedefine ulaşmak için iktidar ile ortağı paralel yapı, bu düzenlemeleri propaganda malzemesi olarak kullanmışlardı.

              Evet, birisi muhalefeti toplum yararına olacak düzenlemelere karşı olma pozisyonuna düşmemek için düzenlemelere onay vermesi, vermeyecekse de onu toplum nezdinde, toplum yararına olan düzenlemelere karşı olarak teşhir edebilme olanağını kullanma diğeri ise toplumun desteğini almak için izlenen ve bir örnek olarak verdiğim bu anayasa değişiklik paketindeki torba uygulama yıllardır kanun düzenlemelerinde de rahatlıkla uygulanmaktadır.

 

              Yıllardır birçok örneğini gördüğümüz bu yöntemle, birbiriyle ilgisi olmayan birçok konuya ilişkin düzenleme aynı torbaya atılmakta ve birlikte kanunlaşmaktadır. Bunun en son örneği, yıllardır üniversite mezunu on binlerce gencin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanan ve muhalefetin iktidara geldiğimizde kaldıracağız dediği Kredi Yurtlar Kurumu kredilerinin sadece faizlerinin silinmesi için kanun düzenlemesi yapılması amacıyla hazırlanan torba kanun teklifinin içine farklı konulara dair birçok düzenleme atıldı ve topluca kanunlaşması sağlandı.

               Hatırlayacaksınız, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 10 Temmuz 2022 tarihinde gençlere, “Faizli KYK borçlarını ödemeyin” çağrısı yapmıştı. Bunun üzerine, 18 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Erdoğan faizlerin silineceğini açıklamıştı. Meclisin açılmasıyla birlikte, TBMM başkanlığına verilen ve kanunlaşan torba kanuna 21 Aralık’ta sona erecek olan Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarına, Merkez Bankası'ndan ödenen kur farkına uygulanan vergi muafiyeti 31 Aralık 2023 tarihine kadar uzatıldı.

                Peki, bu uygulamanın uzatılması ne anlama geliyor? Sözde “Faiz sebep enflasyon sonuç” diye politika faizinin ısrarla düşürülmesi sonucu, parasını dövizde tutan yatırımcıların paralarını Türk Lirasına çevirerek bankalara yatırmalarını teşvik etmek üzere, Merkez Bankası'ndan hesap sahiplerinden vergi alınmamasıdır.

             Daha açık bir ifade ile faizleri ekonomi bilimini ters yüz edercesine inatla düşürülmesinden dolayı, elinde parası olan bir avuç sermaye sahibi parasını Türk Lirasında tutsun diye vergilerimizden KKM uygulamasından dolayı sermayeye verilen lira paradan vergi de alınmıyor. Kısacası bu ülkede milyonlarca çalışan, esnaf, köylü çatır çatır gelir vergisi öderken, onların vergilerinden milyarlarca lira götürenler vergi bile vermiyorlar.

              Kuşku yok ki bu uygulama en çok bankaları ihya etmektedir. Zira faiz olması gereken seviyelerde olsaydı, bankalar mevduat sahiplerine daha yüksek meblağlarda faiz ödemesi yapacaklardı. Yani bankaların, faiz karşılığı mevduat sahiplerine ödeyecekleri milyarlarca lira para, geçen yılın 21 Aralık 2021 tarihinde yürürlüğe konan ve 21 Aralık 2022 tarihinde sona erecek olan KKM gelirlerine vergi muafiyeti uygulaması çıkan torba kanunla 2023 yılı sonuna kadar uzatılmış oldu. 

              İlginç olan ise; kanunun ilgili maddesinin TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşüldüğü süreçte, BDDK verilerine göre KKM hesaplarının 14 Ekim itibariyle 1,44 trilyon TL’ye ulaşması ve 84,9 milyar TL kur farkı ödemesi yapılmış olmasıdır.

             Nitekim iki gün önce komisyonda bakanlığının bütçesi görüşülen Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, milletvekillerinin konu hakkındaki sorularını geçiştirmeye çalışsa da bugüne kadar 91 milyar lira ödendiğini açıklamak zorunda kaldı. Yani bugüne kadar, vergilerimizden 91 milyar lira elinde parası olan sermaye sahiplerinin KKM’ de olan parasına karşılık Merkez Bankası tarafından onlara vergi alınmadan ödendi.  

               Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Haziran ayında AKP’nin Kızılcahamam’da yapılan istişare kampında, “Enflasyonla birlikte büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor” demişti.

               Aynı Nebati son açıklamalarından birinde ise, “Enflasyonla mücadeleye katkı sağlamak amacıyla 2022 yılında 239 milyar lira vergi gelirinden vazgeçiyoruz.” diyerek sermayeye sağladıkları kıyakları övünerek açıklamıştı. Elbette vergisi bağışlananlar yoksullar değil.

               Söz gelimi, gelir vergisi dilimleri arttırılmamış ve ücretlilerin vergileri aşağı çekilmemişti. Ya da en zengin ile en yoksulun eşit ödedikleri tüketim ürünlerinden alınan KDV, ÖTV gibi vergiler aşağı çekilmemişti. Hepimiz izliyoruz, 2023 yılı Merkezi Yönetim Kanun Teklifi bugünlerde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşülüyor.

              Maalesef bütçede halkın belini büken enflasyonla mücadeleye dair herhangi bir düzenleme bulunmuyor. Ancak Bakan Bey, kamuoyunu yanıltacak açıklamalarına devam ediyor ve 2023 yılında sermayeden almaktan vazgeçecekleri 994,4 milyar lira vergi miktarını enflasyonla mücadele için hükümetin fedakârlığı olarak açıklıyor. Aynı bütçe kanun taslağında öngörülen bütçe açığı ise 659,4 milyar lira yani sermayeye bağışlanan vergi tahsil edilmiş olsa, bütçe bırakın açık vermeyi fazla verecek.

 

               2023 yılının seçim yılı olmasından dolayı, Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT), Kamuda çalışan personelin kadroya alınması gibi yıllardır çözülmemiş bazı sorunların çözümüne yönelik sınırlı adımlar atılacakmış görüntüsü veriliyor.

               Kuşkusuz bunlar, hamaset ve popülizmle seçime gitmeye çalışmakla sınırlı kısmi düzenlemeler. Uygulanan, "yoksuldan topla, varsıla aktar" politikasının, yoksullaştırdığı, ücretli çalışan, emekli, küçük esnaf, köylü gibi, ülke nüfusunun emekçi büyük çoğunluğunu sürüklediği yoksulluğu bırakın yok etmesini katlanarak artmasına yol açmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.

                Zira bu iktidarın sınıfsal tercihi sermaye sınıfına kaynak aktarmak üzerine olup, hazırladığı ve sayısal çoğunluğu ile meclisten geçireceği bütçe de bu sınıfsal tercihini yansıtan belgedir!

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.