Cumhuriyet kurulduktan dört yıl sonra, Sünni meşrebine uygun Diyanet Kurumu kuruldu ve devlet Sünni mezhebinin esaslarına göre dizayn edildi.
Aleviler yok sayıldı ve ibadet haneleri yasaklandı. İbadethaneleri yasaklandığı gibi ibadetleri de yasaklandı. Aleviler, Cem ayinlerini yaparken toprak damın üzerine bir de gözcü bırakırlardı. Eğer devlet yetkilileri gelirse içeride kilerine haber versinler diye.
Yani Osmanlıdan sonra değişen pek bir şey olmadı. Şeyhülislam gitmiş yerine Diyanet gelmişti. Müftü aynı müftü, hoca aynı hocaydı.
Hava ağırdı. Aleviler köylerinde oturdu ve şehirle bağlarını kopardılar. Çünkü şehirlerde Sünni bir devlet vardı. Ya asimle olmayı kabul edeceklerdi, ya da şehre inmeyeceklerdi. Şehre hamallık yapmak için inen Aleviler Sünni mezhebine asimle oldular.
Ama onların sesini çıkarabilecek ne gazeteleri vardı; ne de radyoları vardı. Sadece öküzleri ile çift sürdüler. Orak ile ekin derdiler. Onlar üretti, şehirdeki dostları tükettiler.
Ne hikmetse birileri bu insanları hep hedef gösterdi ve sürekli katliamlar yaptı. Bir katliamın acısı bitmeden diğeri başladı.
Dersim katliamı uçaklarla bombalarla yapıldı. Piyade dipçiği ile çocuklar ve kadınlar öldürüldü. Kalanlar mı? Onlar da mağaralarda fare gibi zehirlendi.
Kırklı yıllarda varlık vergisi ile gayrimüslimlere aynı zulüm yapıldı. Varlık vergisi dendi; yok denilince Erzurum Aşkale’ye gönderilip kazma kürek ile çalıştırıldı. Gidenlerin çoğu bir daha gelmedi.
Ellili yıllarda İstanbul’daki Rumların evleri işaretlendi. Bir gün sonra Selanik’teki Atatürk’ün evi yakılmış yalanı ile Rumların evleri ve dükkânları talan edildi. İnsanlar öldürüldü. Kalanlar mı? Onlarda Yunanistan’a kaçmak zorunda kaldılar.
Atmışlı yıllara gelince tekrar sıra Alevilere gelmişti. Çünkü Ermeniler ve Rumlar bitmişti. Klanlarda çok uç noktalarda kamuflaj olmuşlardı.
Pazarcık’ta, Elbistan’da, Kırıkhan’da Alevi evleri işaretlendi ve devlet onayı ile tekrar saldırıya geçildi. Köşede bucakta yakalanan Aleviler Öldürüldü. Toplum kendisini savunmaya başlayınca geri adım atmak zorunda kaldılar.
Artık Aleviler şehre yavaş yavaş inmişlerdi. Belki demokrasi gelir diye bekleyişe girmişlerdi. Ne yazık ki demokrasi bir türlü gelmiyordu. Çünkü komşuları demokrasi istemiyordu. Çünkü onların demokrasiye ihtiyaçları yoktu. Sömürü falan varsa da kendilerini beyaz Türk sanıyorlardı. Aslında yoksulluktan ağızları kokuyordu. Onlara göre demokrasi sadece Kızılbaşlara lazımdı. Çünkü onların can derdi vardı.
Yetmişli yıllara gelince, herkes bir devrim beklentisine girdi. Aleviler de devrimcilerden yana demokratik bir devrim bekleyişini girdiler. Bedelini çok acı ödediler.
Önce üniversitelerdeki çocuklarını vurdular ve failleri yakalanmadı. Sonra Maraş’ta katliam yaptılar. Ondan sonra Çorumda katliam yaptılar. Malatya’da belediye başkanını öldürüp Alevilerin üzerine attılar. Sivas’ta katliam denemesi yaptılar. Failleri bilindik adrestendi. Ama bir türlü inlerine girmiyorlardı.
Bitti mi? Bitmedi. Ondan sonra İstanbul’da Gazi mehlesinde bir cem evini taradılar, bir yaşlı adamı öldürdüler. Halkı sokağa döktüler ve arkasında halkı taradılar.
Gezi olaylarında ölenlerin tamamı aleviydi. Ne bitmez tükenmez cezaları vardı bu Alevilerin. Ne büyük suç işlemişlerdi Kerbela’da Hüseyin’i desteklemekle. Bir türlü katliamların sonu gelmiyordu.
AKP sürecinde mülakatlı sınavlarda hep başarısız oldular. İşsiz kaldılar. Son on üç yılda hâkimlik ve savcılık sınavını kazanan olmamıştı. Bürokraside yoktular. Şimdi ise okullarda okutulan zorunlu din derslerini kabul etmiyorlar. Bu asimilasyondur diyorlar. Türkiye’de hiçbir mahkeme onların yarasını sarmadı. Onlar da davalarını AHİM ‘e götürdüler. AHİM zorunlu din dersi veremezsin dedi. Ama uygulayan kim.
İşte bunca zulme rağmen, halen devlet büyükleri Alevileri işaret ederek, bunlar var ya bunlar, işte bunlar bize zulüm ettiler diyorlar. Ne diyelim tarih utansın. Tabi tarihin utanacak yüzü kalmış ise utansın. Bu tarihi yazanlar utansın. İnsanlık mı? O zaten çoktan ölmüştü.