ALTIN
 2.435,65
DOLAR
 32,4643
STERLİN
40,9284
EURO
 34,9297

 

 

              Gare operasyonu sonucu maalesef alıkonulan 13 kişi hayatını kaybetti. Tabi bu operasyon sonucu Türkiye'de ciddi anlamda siyasi tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar ekseninde İçişleri Bakanı esasen siyasi sorumluluğu kabul edip özeleştiri yapmak yerine TBMM kürsüsünden elindeki bir takım fotoğraflarla Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) ve söz alamayacağını bile bile İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) yönelik haksız ve asılsız ithamlarda bulundu.

                 Tabiki yaptığım gözlemlerde kamuoyunun özellikle İHD’ye yönelik bu haksız ithamlar hususunda çok fazla bakanla aynı görüşte olmadığını gözlemledim. Bu sevindirici. Çünkü İnsan Hakları örgütleri her zaman ilkesel davranırlar ve tutumlarını açık bir şekilde ortaya koyarlar. Bu konuda da zaten gerekli yazılı açıklamaları derneğimiz yaptı.

                 Sayın Bakan elinde bazı fotoğraflarla, çözüm sürecine ait fotoğraflarla Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik ağır itham ve eleştirilerin üzerine bazı soruların sorulması gerekiyor. İktidar bloğunda gerçek anlamda bir çatlak mı var? Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı kesinlikle kabineye bakan vermediğini iddia etmişti.

                 Ama İçişleri Bakanlığının sözlerine ve davranışlarına baktığımızda sanki MHP temsilcisi gibi davrandığını gözlemleyebiliyoruz. Dolayısıyla bence bu hususun üstüne gitmek gerekiyor. Bir İçişleri Bakanı kendi bakanlığından önce yapılan çalışmalar hususunda bir reddetme noktasında olmamalıdır. Devlette de devamlılık esastır.

                  Kendinden önceki bakanların çeşitli yasal çerçevede yaptığı faaliyetleri bilmesi gerekir. Bununla birlikte bazı şeyleri kendisiyle birlikte başlatamaması gerekir.

                 Çözüm süreci neydi? 2013 yılında başladı. Kürt sorunun demokratik çözüm süreci diyoruz. İktidar önce milli birlik ve beraberlik dedi sonra barış ve çözüm süreci dedi. Sonra terörün sona ermesi ve toplumsal bütünleşme dedi. Ama sonuç itibariyle 2015 Temmuzuna kadar bir süreç yaşandı. Ve bu süreci fiilen çatışmasızlık süreci olarak değerlendirebiliriz.

                  Bu önemliydi çünkü 2013-15 yılları arası çatışmaların en alt seviyeye indiği ve Kürt sorunundan kaynaklı insanların yaşamını en alt seviyede kaybettiği bir dönem olarak tarihe geçti. Demokratikleşmeye dair bazı adımlar atıldı ama başarılamadı.

                Bu dönemin bir diğer önemli özelliği diyalogdu demeyeceğim çünkü ilk defa 93’te başlamıştı devlet ve PKK diyalogu. Bu döneme 8. diyalog dönemiydi diyebiliriz aslında. Bu diyaloglar keşke müzakereye dönüşebilseydi. Esasen 28 Şubat 2015 yılında Dolma Bahçe Sarayı’nda okunan metin Dolma Bahçe Deklarasyonu diye tarihe geçti.

                   Bu metnin gereği olarak bir masa kurulması gerekiyordu ve gerçekten müzakere aşamasına geçebilmeliydi. Geçilseydi gerçekten bu süreç bir şekilde devam edecekti ve biz belki de şimdi başka şeyler konuşuyor olacaktık.

O diyalogdan müzakereye geçiş gerçekleştirilemedi.

                   İngiltere gibi bir ülke Kuzey İrlanda sorununu ‘Hayırlı Cuma’ anlaşmasıyla sona erdirdi. 1998 yılında yapıldı bu anlaşma. İngiltere devleti Kuzey İrlanda Devleti ve Kuzey İrlanda’da çatışmanın tarafı olan siyasi partiler ve yapıların tamamının bu anlaşmanın altında imzası vardır. Onlar başardı Türkiye niçin başarmasın? Bakın Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan şey barıştır, akan kanın durmasıdır, sorunların demokratik ve barışçıl çözümüdür.

                   Çözüm sürecinde Nisan 2013 ve Haziran 2013 arası Türkiye safında çalışmalar yürüten Adil İnsanlar heyeti oldu. Bu çalışmalar sayesinde barışın toplumsallaşması noktasında çok önemli adımlar atıldı ve Türkiye halkı belki de tarihte ilk kez Kürt sorununun çözümü konusunda siyasi iktidara verdiği desteğini yüzde 70’in üzerine çıkardı.

                     Bu çok önemliydi. Hala bile bu çalışmaların atılan bu tohumların ne kadar tuttuğunu ve yeşerdiğini görüyoruz. Türkiye’de her türlü nefret söylemine karşı her türlü ayrımcı, ötekileştirici söyleme karşı hala Türkiye halkının büyük çoğunluğunun barış ve demokrasiden yana olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

                   Temmuz 2014’te çözüm sürecinin bir kanunu çıktı. 6551 sayılı Terörün Sona Ermesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesi Kanunu çıkarıldı. Bu kanunun görüşmelerine demokratik kitle örgütlerinden, İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Mazlum Der sadece davet edildi.

                  Ben derneğin başkanı olarak içişleri komisyonunun toplantısına bütün gün katıldım. Bu tartışmaları izledim ki birkaç gün sürmüştü. Görüşlerimizi yazılı olarak iletmiştik. O dönem kanun görüşmelerinde özellikle ana muhalefet partisi CHP geldi ve kanuna karşı olmadığını itiraz etmediğini ve AYM’ye gitmeyeceğini belirtti ve belki de CHP’nin o dönem çözüm sürecine verdiği desteklerden biriydi. Çünkü nihayet süreç bir yasal güvenceye bağlanmış oldu. Bu kanun hala yürürlüktedir. Dolayısıyla birçok kesimin bu kanun kapsamında meşruiyetinin olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum.

                  Gare’den sonra çok şey yaşandı. Ama bazı çevrelerinin buna çözüm sürecinin sebep olduğuna dair suçlamalarını hayretle izliyorum. Çözüm süreci başlamadan önce zaten Türkiye’de en az 40 bin insan yaşamını yitirmişti ve Türkiye’nin ekonomik kaynaklarının en az 400 milyar dolar civarında kaynaklarının heba edildiğini açıklanmıştı.

               Bir çözüm için bu süreç başlamıştı. Bu sürecin başarıya ulaşmaması ayrı bir konu. Bunu elbette ki tartışmak gerekir. Ancak bu süreç sayesinde Türkiye bir 2 buçuk yıl nefes aldı. Bir rahatlama dönemine girdi. Ekonomisi tekrar rayına girdi. Bu çevreler bunu nasıl görmüyor.

                   Bu çevreler o dönemde de benzer şekilde yaklaşıyorlardı ve gerçekten aradan geçen bunca zaman rağmen hala aynı noktada olmalarını hayretle takip ediyorum. Özellikle ulusalcı diye tabir edebileceğimiz bu çevrelerin bu yaklaşımının çok sorunlu olduğunu, bunun salt iktidara muhaliflik yapmak için değil tam tersi Cumhur İttifakının dolaylı yoldan desteklenmesi olduğunu vurgulamak istiyorum.

                  Birisinin gerçekten bunu izah etmesi gerekiyor. Nasıl oluyor da kısmi bir barış dönemi eleştirilebiliyor anlamış değilim.

                      Bu çevrelere elbette ki bazı sorularım olacak. Kürt sorunu nasıl çözülecek? Bakın şuanda Türkiye’nin ana muhalefet partisi Kürt sorunun barışçıl yollarla TBMM çatısında diyalogla çözülebileceğine dair sözleri var ve Sayın Kılıçdaroğlu bunu tekrar tekrar ifade etti. Dolayısıyla Kürt sorunun varlığının kabul edilmesi ve barışçıl yollarla çözülmesi gerektiğine dair açıklanmış bir irade var.

                O zaman bu çevrelere gerçekten sormak istiyorum bu iradeyi neden desteklemiyorsunuz? Türkiye’nin bu kadar otoriterleşmesi Türk tipi başkanlık modeline sapması, ekonomisinin bozulmasının devam eden savaş ve çatışmayla bağlantısını kurmazsanız yanılırsınız.

                Türkiye basını bu konuda ağırlıklı olarak sınıfta kalmıştır. Dünyadaki çatışma-çözüm örneklerinin konuşulması gereken bir yerde hala Türkiye’nin başarısız da olsa çözüm sürecinin mahkûm edilmeye çalışılmasını gerçekten anlamıyorum. Özellikle Akil İnsanlar heyetinde yer alan insanlara yönelik ithamları kabul etmem mümkün değil. Bu insanların hepsi barış için mücadele ettiler etmeye de devam ediyorlar.

                 Türkiye’de şuan en önemli olan şey barıştır. Yeni bir barış sürecinin inşa edilmesidir. Elbette ki bunun için mutlaka ve mutlaka bir siyasi iradenin oluşması gerekir. Dolayısıyla Türkiye’deki siyasi ittifakların, demokrasi ittifakının merkezinde olan HDP’nin ve HDP ile birlikte hareket eden toplumsal muhalefet odaklarının bunu tekrar tekrar düşünmesi.

                    Ve gerçekten yeni bir barış sürecinin inşa edilmesi noktasında yeni bir siyasi iradenin oluşmasına katkı sunması gerekmektedir. Bunun yolunun da Türkiye’nin bir an önce erken seçime gitmesini sağlamak. Erken seçim ile Türkiye’nin yeni bir siyasi iradenin oluşmasına katkı sunmak olduğunu söylemek istiyorum.

 

 

Öztürk TÜRKDOĞAN

(İHD )Genel başkanı

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.