ALTIN
 2.439,70
DOLAR
 32,4504
STERLİN
40,7959
EURO
 34,8290

 

 

           “Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.” Bu söz; “1984” ve “Hayvan Çitliği” kitaplarının yazarı, ünlü İngiliz yazar George Orwel’e ait. Doğrusu, bu sözü günümüz dünyasında, "Hiçbir şey anayasaya aykırı değildi, çünkü artık anayasa diye bir şey yoktu." şeklinde söylemek hiç de abartı olmaz.

           Zira artık içinde Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın pek çok ülkesinde, özellikle emeğiyle yaşayan insanların haklarının teminat altına alındığı yasalar ile anayasaların ilgili maddelerinin uygulanmadığı bir süreç yaşanıyor.

           Temel amacı, kaynak ve emek sömürüsü üzerine kurulu vahşi kapitalizmi inşa etmek olan sürecin yaşanmasının, uluslararası sermaye politikaları ile her ülkenin toplumsal yapısından kaynaklanan iki önemli nedeni var:

              Bunlardan ilki; 20. Yüzyılın 4. çeyreğinde başlayan ve reel sosyalizmin geri çekildiği 1990’lı yıllarda hız kazanan bir şekilde demokrasiden uzaklaşılan, liberalizmin temel ölçüt aldığı bireysel bazı haklar dışında kalan emekçi çoğunluğun örgütlenme ve hak arama özgürlüklerinin kullanılmasının yollarının kapatıldığı, pragmatist kişilikli popülist liderlerin tek yetkili olduğu, bazı ülkelerde diktatörlüğe varan uygulamaların yapıldığı bir yönetim biçiminin dünyanın pek çok ülkesinde uygulanmaya konmasıdır.

            İkincisi ise; yine sermayenin isteği doğrultusunda yönetenlere biat eden, hatta lidere tapan, sorgulamayan, verilene razı bireylerin çoğunlukta olduğu toplumsal yapıya ulaşmak üzere uygulanan, bilimden uzak, gerçeklikten kopmuş, insanları farklılıkları üzerinden ayrıştıran, toplum çoğunluğunun milli ve manevi duygularının öne çıkarıldığı eğitim sistemleri ile toplumların ben merkezci, bencil bireyler topluluğuna dönüştürülmüş olmasıdır. 

           Kuşkusuz bunlar ve daha birçok etken, bugün birçok ülkede, geçmişte verilen mücadelelerin kazanımı olarak anayasa ve yasalara yazılmış olan hak ve özgürlüklerin kullandırılmamasının zeminini hazırlamaktadırlar. 

         Yaşadığımız ülke Türkiye, anayasa ve yasaların sermaye tarafından ihlali konusunda dikkat çeken ülkelerin başında geliyor. Hâlbuki anayasa, toplumsal sözleşme olup bir ülkenin temel yasasıdır. Dolayısıyla ülkede tüm yasalar ile yasama, yürütme ve yargının tüm karar ve fiilleri, anayasaya uygun olmak zorundadırlar.

              Elbette anayasaya uymanın en temel kıstası, yurttaşların anayasa ile kendilerine tanınmış temel hak ve özgürlükleri kullanmalarına engel çıkarılmamasıdır. Bunun belirleyeni ise, yasamanın yurttaşların bu haklarını kullanmalarını sağlayacak kanun düzenlemelerini yapması, yürütmenin de bu kanunları uygulamasıdır.

            Çağdaş demokrasilerde, yürütmenin anayasa ve kanunlara uymadığı durumlarda ise denetim yetkisini elinde tutan yasama ile yargı devreye girer ve yürütmeyi anayasa ile kanunlara uymaya ve eksiksiz uygulamaya zorlarlar.

             Kuşku yok ki; bir ülkede yürürlükte bulunan anayasa ve yasalara ilişkin eleştirilerde bulunmak ve değişmesini istemek, ülkede yaşayan her birey, siyasi ve sendikal örgütlenme ile demokratik kitle örgütünün demokratik hakkıdır. Ancak hiçbir kimse veya organ, yürürlükteki anayasa ile yasaları tanımama ve bunlara uymama hakkına sahip değildir.

            Anayasa ve yasalara uyulmasını gözetecek olan, uymayanlar hakkında idari ve gerektiğinde hukuk içinde cezai yaptırımlar uygulaması gereken yürütmedir. 

             Maalesef Türkiye, uzun yıllardır anayasasında yazılı birçok hakkın kullanılamadığı ülkedir. Bırakın anayasada yazılı hakların kullanılmasını, Türkiye’yi yöneten irade anayasa ve yasaların ihlaline göz yumuyor, hatta ihlal edenleri koruyor.

             Türkiye’de kullanılamayan hakların başında anayasa ile anayasaya uygun imzalanmış olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerdeki örgütlenme özgürlüğü gelmektedir. Zira bu ülkede işçiler, Anayasa'nın 51. maddesindeki sendika kurma ve sendikaya serbestçe üye olma hakkı ile 54. maddenin tanıdığı grev hakkını kullanamıyorlar.

             Elbette bu haklarını kullanamayan işçiler, aynı zamanda anayasa ve uluslararası sözleşmelerin kendilerine tanıdığı başka birçok hakkı da kullanamıyorlar. Örneğin; işçiler, bu şekilde anayasa ile uluslararası sözleşmelerin tanıdığı, “Her insanın kendisi ve ailesinin geçimine yetecek gelire sahip olması hakkı” ile Anayasa'nın 17. maddesinde ifade edilen, “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” hakkına ulaşamıyorlar.

           Peki, işçiler neden bu haklarını kullanamıyorlar? Çünkü yıllardır bu ülkede anayasal haklarını kullanan ve sendikaya üye olan işçiler, işverenler tarafından işten çıkarılıyorlar. Yani işverenler, Anayasa'nın 51. maddesi ile 54. maddesindeki haklarını kullanan işçileri, işten atmak suretiyle anayasayı ihlal ediyorlar.

              Burada akla gelen, anayasayı koruması gereken yürütmenin ne yaptığıdır. Ne yapacak, anayasa ve yasaları tanımayan işverenlere yaptırım uygulamadığı ve onlar hakkında hukuki takibat başlatmadığı gibi, devlet gücünü, anayasal haklarına sahip çıktıkları için işten çıkarılan işçilere karşı kullanıyor. Son zamanlarda, Türkiye’de yaşanan birçok işçi eyleminde buna dair birçok örnek yaşandı. Geçen hafta bu köşe de yayınlanan yazımda, Gebze’de kurulu Farplas işyerinde çalışan ve DİSK’e bağlı sendikalarda örgütlendikleri için işten çıkarılan işçilerin, bunu protesto etmek ve sendikalı olarak işyerine dönmek amacıyla başlattıkları direnişe müdahale sırasında, polisin işçilere uyguladığı şiddet ve sarf ettiği sözlere değinmiştim.

            Sonradan anlaşmayla çözülmüş olsa da, Migros’un İstanbul Esen yurt’ta kurulu deposunda çalışan işçilerin, kendilerine dayatılan sefalet ücretlerinin artırılması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için başlattıkları direniş nedeniyle yaptıkları eylemlere müdahale eden polisin, işçileri ters kelepçelerle gözaltına alması sırasında yaşananlar da bunlara örnektir. 

             Kuşkusuz tüm bunlar, anayasanın, sermaye sınıfı ile onun temsilcisi iktidarın ihtiyaç ve isteklerine göre yorumlandığını, sıra anayasada yazılı emekçi halkın haklarına geldiğinde anayasanın kâğıt üzerindeki metine dönüştüğünü ve uygulanmayarak hakların kullandırılmadığını gösteriyor.

        Daha açık bir ifade ile, anayasaya uymak ve uyulmasını sağlamakla yükümlü hükümet, Türkiye Cumhuriyet’i devletinin temel nitelikleri arasında yer alan “insan hakları”, “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti”, “eşitlik” ve “demokratik toplum düzeni” ilkelerinin hayata geçirilmesi için gerekenleri yapmadığından anayasaya uyulmuyor, anayasa ihlal ediliyor ve rafa kaldırılıyor.

             Hatırlayacaksınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki yıllarda yaptığı bir konuşmada, “Grev tehdidi olan yere OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz.” demişti. Grev nedir? Anayasal bir hak. Peki, anayasayı kim koruyup ona uyulmasını sağlayacak? Elbette devleti yönetenler. Ancak gördüğünüz gibi, devletin en üst noktasında bulunan Cumhurbaşkanı grevleri engellemekle, yani anayasayı ihlal etmekle övünüyor.

               Gerek yukarıda açıklamaya çalıştığım anayasa ve yasa ihlalleri gerekse Cumhurbaşkanı'nın bu açıklaması, sermayenin sömürü politikalarının uygulanması için Türkiye ve benzeri pek çok ülkede yürürlüğe konmuş olan otoriter tek adam yönetimlerinde güçlü iktidar ile bu iktidarın başkanlı yapısı, parlamentonun işlevsizleştirilmesi, yargının güdümlü hale getirilmesi ve anayasal denetim mekanizmalarının olmamasından dolayı birçok hak ve özgürlük rahatlıkla budanıyor.

              Maalesef Türkiye yurttaşları olarak günü, işsizliğiyle, pahalılığıyla, yoksulluğuyla, eşitsizliğiyle, adaletsizliğiyle, uyulmayan, uyulması için gerekenler yapılmayan sözde anayasalı düzen içinde yaşıyoruz. Her şeye rağmen, emekçiler ile emek ve demokrasi örgütleri, oyunlara açık olduğu için uyması ve uyulmasını sağmakla görevli olanların bile uymadıkları anayasaya uyulması için mücadele etmelidirler.

               Ancak böyle yapılınca, geçmişten bugüne ezilenlerin, sömürülenlerin ve zulme uğrayanların dünya genelinde verdikleri mücadelelerin sonucu kazanılan hak ve özgürlükler uygulanır.

           Yapılacak tek şey, bu ülkenin tüm yurttaşlarının adalet ve barış içinde eşit insanlar olarak yaşamaları için anayasa ve uluslararası sözleşmelerin tanıdığı haklara sahip çıkmak ve bunların uygulanmaları için inatla mücadele etmektir.

             Unutulmamalıdır ki bu mücadele, anayasal haklarını kullananların bu hakları kullandırmayanlar ile onları koruyanlara karşı verdikleri, gücünü anayasa ve uluslararası sözleşmelerden alan meşru mücadeledir!

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.