ALTIN
 2.439,70
DOLAR
 32,4504
STERLİN
40,7959
EURO
 34,8290

 

 

Bir inanç yaşanıyorsa, hayatın içinde karşılık buluyorsa değerlidir ve varlığını koruyabilir.

             Eğer bir inanç sadece bilmek düzeyinde kalıyor, anılarda dile getiriliyorsa, geçmiş zamanların bir güzelliği, değeri olarak hatırlanıyorsa yok olmayla karşı karşıyadır demektir.

Alevilik bir inançtır.

            Diğer inançlar gibi Alevilik inancıda yaşandığı, ritüelleri yerine getirildiği, kaide ve kurallarına uyulduğu, toplumsallaştığı oranda vardır, var olur.

             Bu bağlamda tekraren ve önemle belirtelim ki; Alevilik yaşandığı, yaşatıldığı kadar vardır, önemlidir.

Bu önemli vurguyu şunun için yapıyorum.

              Aleviliğin hayatın içinde olmasını sağlayan, sürekli olarak uygulanmasını yönetip yönlendiren Alevi inanç önderleri olan dedelerdir.

            Alevi inanç önderleri olan dedeler inancın sürekliliği, başta cem ibadeti olmak üzere erkânların yerine getirilmesini sağlayan ana unsurdurlar.

Alevi dedeleri kutsal soyun, nurlu geçmişin, zengin mirasın günümüz temsilcileridirler.

             Eğer bu inanç, inanç olarak varlığını koruyup geliştirecekse, insanlıkla buluşacaksa bunun öncülüğünü geçmişte olduğu gibi yine inanç önderleri yapacaktır.

             Böylesine önemli ve değerli bir sorumluluğu olan Alevi dedeleri bu gerçekliğin ne kadar farkındalar?

              Benim gözlemim son yıllarda Alevi dedelerinin başta kurumsal yapı olmak üzere toplumda itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı yönündedir.

             Birileri adeta Alevi inanç binasının yıkılmamasını sağlayan dedeleri kendisine ana hedef yapmış, her yol ve yöntemle dedelerin toplum üzerinde etkisini, yönlendiriciliğini bertaraf etmek için çabalıyor.

Burada epey yol katledildiği de bir acı gerçektir.

O halde burada bir kez daha mevcut durumu gözden geçirmek ve öylece bir yol belirlemek gerekiyor.

Şu esastır: Alevi dedeleri kutsal soyun yani Güruh-u Naciye’nin günümüz temsilcileridirler.

Onlar Şah-ı Merdan Ali’nin evlatları, Kerbela şehidi İmam Hüseyin’in torunlarıdırlar.

            Onlar inançlarını yaşamak ve yaşatmak için her darlık ve zorluğa karşın yılmayan, yorulmayan, can veren ama yolundan ve inancından taviz vermeyen atalarının günümüz temsilcileridirler.

              Onlar için böyle bir geçmişe, soya sahip olmak onurdur, şereftir ve aynı zamanda ateşten gömlektir.

Şereftir çünkü her ölümlüye nasip olmayacak olan bir geçmişin, mirasın sahibidirler.

Ateşten gömlektir, çünkü bu onlara bir görev ve sorumluluk yüklüyor.

İnancın yaşanması ve yaşatılması görevi.

Bunu yerine getirdikleri oranda değerleri vardır, yoksa ateşten gömlek onları yok eder.

Bu bilinç ve ikrarla hizmet yürütüldüğünde yol alına bilinir.

             Ne yazık ki bazı dedeler bu bilinçten uzak, bu soydan olmanın yüceliğini içselleştirmemiş, dünya malına, makam ve mevkie tamah eder konumdadır.

             Hal böyle olunca da önüne gelen dernek başkanı, örgüt yöneticisi, parti temsilcisi dedeleri emir eri haline getirebiliyor.

              Oysa dedelik bütün bu makamların yani dernek başkanlığı, örgüt yöneticiliği, parti temsilciliği sıfatlarının milyon kat üzerinde bir öneme, değere, kutsallığa sahiptir.

              Bir dede bir dernek başkanın işaretiyle hareket edemez, o yolun gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.

             Bir dede örgüt yöneticisinin boyunduruğu altına giremez, girdiği anda daha İmam Hüseyin’in, Şah-ı Merdan’ın postunda oturamaz.

              Bir dede herhangi bir partinin talimatıyla hareket edemez, ettiği anda Hakk inancı ve hakikatin yolu Alevilikten uzak düşmüş demektir.

Evet, Alevilerin inanç önderleri tarihte bu inancı ve bu inanca tabi olan toplumu her zorlukta mutlaka bir yol bularak yaşattılar.

Şimdi neden bir dernek başkanının, parti yöneticisinin emir eri olsunlar ki?

Bu kutsal soydan gelip de geçici makam sahibine el pençe divan durmayı hani onurlu dede yapar ki?

Onlar kişilerin değil, yolun hizmetindedirler.

Dedelerimiz taliplerinin türabıdırlar, dernek başkanlarının değil.

İnancın yaşanması, gelecekte de yaşatılması için dedelerin bu bilinçle yani Güruh-u Naci’den geldiklerinin, Şah-ı Merdan’ın evladı, İmam Hüseyin’in torunu olduklarının bilincini hayata geçirmeleri gerekir.

Şah-ı Merdan’ın evladı kime boyun eğer, kimden talimat alır, kimin adamı olur ki?

Hiç kimsenin.

O sadece ve sadece yoluna, inancına, değerlerine bağlı kalır, onlara hizmet eder.

Bu bilinçte olan, olduğu bilinci hayata geçiren, her zorluğa karşın ve yine kendisine sunulan her dünyevi imkana karşın inancından, değerlerinden taviz vermeyen nice nice dedelerimizi tanıyorum.

Ben bu yola talip birisi olarak aşk ve tutkuyla yola hizmet ediyorsam (etmeye çalışıyorsam) işte bu dedelerden yani her hal ve davranışıyla bu yolu yaşayan ve yaşatan dedelerimden öğrendiğim, yaşadığım aşkla yapıyorum.

Onların hepsine selam olsun, aşk-ı niyaz olsun ve onların sayısı çoğalsın.

Remzi Kaptan

*****************************

 

 

Aleviler Kendi Bayramlarının Unutulmasından Endişeli

 

               Aleviler, Ramazan orucu tutmayıp, bayramını da kutlamadıkları halde toplumsal baskı nedeniyle süreç içinde bu ayı ve bayramı kısmen de olsa kabullenmek zorunda kalmışlar.

               ABF'den Kenanoğlu, Alevi bayramlarının unutulmasından ve genç kuşakların bunlardan bihaber olmasından dolayı endişeli.

              Avrupa Birliği Raporları’na göre Türkiye’de 15 ila 20 milyon Alevi bulunuyor. İnançlarını özgürce yaşayabilmek için yıllardır mücadele eden bu kesim, 75 milyonluk ülkenin neredeyse 3’te birini oluştursa da varlıkları hala resmi makamlarca kabul edilmiş değil.

             Sünni Müslüman bayramları devletin üst makamları tarafından kutlanıp, uzun tatillerle süslenirken bu büyük kesimin bayramlarda neler yaptığını soran yok. 

             Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu, “Ramazanda Alevi Olmak” isimli bir yazısında şu anekdotu aktarıyor:  “Benim çocukluğumun geçtiği sokak çoğunlukla Aleviydi. Bizim sokakta inadına mıydı, yoksa bize mi öyle geliyordu bilemiyorum, ama davul sesi daha çok gürültülü çıkıyordu.

              İstanbul’a ilk taşındığım yıl geceleyin davulun sesiyle korkudan yatağımdan nasıl fırladığımı unutamam. Tabi bir de bizim köyde davulun hiç, yani düğünlerde bile çalınmadığını da düşünürseniz, yaşadığımın kolay bir şey olmadığını anlayabilirsiniz.

              Bizim amcaoğlu bu konularda biraz deli dolu birisiydi, gecenin o saatinde kalkar ve davulcuyla münakaşaya girerdi. Bir keresinde davulcuyu önüne kattığı gibi aşağı sokağa kadar kovalamıştı. Hani haksız da değildi, kaç kere de uyarmıştı: bu sokakta oruç tutan yok bu sokakta davul çalma! Diye. İlerleyen yıllarda oturduğum bir mahallede ben de kalkıp davulcuya: bir daha bu evin önünde davul çalma! diye münakaşa etmek zorunda kalmıştım. Bir de Ramazan bittikten sonra kapıya gelmezler mi, ağabey bir ay boyunca geceleri davul çaldık diyerek para istemeye.”

Siz hiç münakaşa ettiğiniz birine bahşiş verdiniz mi?

 

Aleviler veriyor işte : "al kardeş eline sağlık".

 

               Aleviler, Ramazan orucu tutmayıp, bayramını da kutlamadıkları halde toplumsal baskı nedeniyle süreç içinde bu ayı ve bayramı kısmen de olsa kabullenmek zorunda kalmışlar. Kenanoğlu Ramazan bayramının anlamını bianet’e yaptığı açıklamada şöyle özetliyor:  “Ramazan orucu Alevilerce kabul görmez. Yani Aleviler Ramazan orucu tutmazlar. Bu sebeple de Ramazan Bayramı ya da şeker bayramı diye bir bayram da bilmezler.

                    Ancak Kentlerde mecburi olarak yaşanılan komşuluk ilişkileri nedeniyle Sünni komşularla bayramlaşma yapılmaktadır. Dışlanmamak nedeniyle. Fakat Aleviler kendileri böyle bir bayram bilmez ve kutlamazlar.”

             Kenanoğlu, Alevilerin kutladığı iki büyük bayram olduğunu belirtiyor; bunlardan biri Hıdrellez ve diğeri de genel kabul gören Kurban Bayramı.

              Hıdırellez Bayramı, Hızır orucunun bitiminde başlıyor. Tarih olarak Ocak sonu – Şubat başına denk gelen bu bayramda alevi halkı en yakınında bulunan kutsal mekânlara ziyarette bulunuyor, lokmalar dağıtıyor. Bir gün süren bayram boyunca akrabalarla bayramlaşılıp toplu yemekler yenirken, o günün akşamında bayram cemi (Hıdrellez cemi) yapılıyor, dualar edilip semahlar dönülüyor.

              Sünni Müslümanlar gibi Aleviler için de kurban kesmek, kutsal bir dini tören. Bu nedenle de Kurban bayramında kurbanlar kesiliyor, mezarlıklar ziyaret ediliyor.

                 Kenanoğlu,  Kurban bayramını kutlamakta bir sıkıntı yaşamayan Alevilerin Hıdrellez bayramını kentlerde yaşayamadıklarını belirtiyor; “Çünkü Alevilerin orucu oruç, bayramı da bayram olarak kabul görmüyor. Köylerde ise kutlamalar hala rahatlıkla yapılıyor.”

 

                Kenanoğlu, Sünni Müslüman bayramları gölgesinde kalan Alevi bayramlarının unutulmasından ve genç kuşakların bunlardan bihaber olmasından dolayı endişeli.

              “Hıdırelez bayramı ve diğer geleneksel bayramlar kentlerde maalesef yapılamıyor. Köylerde de yaşlı kuşağın bulunması nedeniyle kutlanıyor. Böylelikle bayramlarımız tamamen unutulmaya yüz tuttu. Alevi genç kuşak böyle bir bayramın varlığından bile haberdar değil.”(SÇ/EÜ)

 

Alevilikte kutsal günler ve anma günleri

 

Muharrem Orucu: 10 Ekim 680 de Ali'nin oğlu ve Hz. Muhammed’in torunu Hüseyin ile ailesi ve takipçileri (toplam 72 kişi) Kerbela’da öldürüldüler.

              Aleviler bu olayı anmak için, her yıl Muharrem Ayında 12 gün oruç tutarak yas tutarlar. Aleviler Muharrem orucu ile Hüseyin`in şahsında Ehlibeyt'e bağlılıklarını dile getirirler ve aynı zamanda zalimin zulmü olarak nitelendirdikleri bu olayı lanetlerler.

Aşure Günü

Hızır Orucu

Hz. Hüseyin'in katledilmesi(Kerbela Olayı)

21 Mart-Hz. Ali'nin doğum günü ve Newroz

Gadırhum

5–6 Mayıs: Hıdırellez

6–7 Haziran: Abdal Musa Anma Törenleri

2 Temmuz-Sivas Katliamının yıldönümü

16–18 Ağustos: Hacı Bektaş-ı Veli'yi anma törenleri

 

 

 

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.