ALTIN
 2.510,03
DOLAR
 32,5947
STERLİN
40,4574
EURO
 34,8297

 

 

Aylardır, belki yıl oldu "Cumhurbaşkanı adayı kim ya da kimler olmalı" sorusu soruluyor.

Kestirme yanıt "seçimi kazanabilecek biri olmalıdır."

            Bu yanıt, CHP dışında "Altılı Masa”yı çevreleyen tüm partilerin kafasında vardır. Zaman zaman da bu düşüncelerini dışa vuruyorlar.

               Cumhur İttifakının küçük ortağı MHP, R. Tayyip Erdoğan'ı aday ilan etmiş olsa da,  Erdoğan iştahlı bir adaylık açıklaması henüz yapmış değildir. Çünkü Erdoğan için de yüksek derecede "risk" vardır

            Erdoğan karşısında, bagajında ağırlık olmayan bir aday görürse aday da olmayabilir. Seçim yitiren olmak istemez. Seçimlerde birinci parti olmanın hesaplarını yapabilir.

              "Halkın hal ve Duruşu”na bakıldığında AKP ve MHP ortaklığının bir daha olması nafile gözüküyor.

Bana göre de öyle. Ancak.

           "Altılı masa" çevresindeki partilerin ileri görüşlülük kısırlığının ve yanlış yapma potansiyellerinin yüksek oranda olduğunu görüyorum.

Ne demek ileri görüşlülük?

Bizdeki "büyük siyasetçiler !" anlaşılmasın diye ileri görüş demez, "vizyon" derler.

              Din bezirgânı da öyle yapıyor. Bir şeyin doğrusunun bilinmemesi için "Arapça" açıklama yapmaya kalkışırlar.

         Vizyon kelimesinin orijinali "Visio’n" dur. Kelime Fransızca kökenlidir.  Türkçeye " Vizyon" olarak katılmıştır.

Vizyonun temel anlamı ileri görüşlülüktür. Geleceği görmektir.

Cumhurbaşkanı seçimine ve adaylığına dönelim.

Çoğu zaman yemek tarifi verir gibi aday tanımı yapılıyor.

"Olgun olmalıdır.

Bilge olmalıdır.

Devlet deneyimi olmalıdır.

Tarafsız olmalıdır" vs.

             Fakat başından beri Cumhurbaşkanı adaylığı beş kişinin çevresinde dönüp duruyor. R.Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu.

Yukarıda sayılan özelliklere en çok uymayanlar, isimlerini yazdığımız şahsiyetlerdir.

En başta hiç biri tarafsız değil. Siyasi Parti Genel Başkanı tarafsız olur mu?

Devleti ne kadar tanıdıklarını tartışmak lazım.

Ama ille de bunlar.

Demokratik bütün mekanizmalar saf dışı edilmiş.

Ben bunu demokrasinin doğal akışı olarak düşünmüyorum.

             Milyonlarca, siyasetçi, Akademisyen, diplomat, sanatçı, yazar, çizeri olan bir ülkenin cumhurbaşkanı adaylığını tekelleştirmek demokrasiyle ne ölçüde bağdaşır.

             Kaldı ki, İyi Parti genel Başkanı yasal yeri olmayan bir makamı tercih etti. "Ban Başbakan adayıyım" dedi.

Başbakanlık yok ki.

             Daha önce "Parti Başkanları Cumhurbaşkanı adayı olmamalıdır" diyen Kılıçdaroğlu, şimdi pek iştahlı gözüküyor adaylığa.

CHP Genel Başkanı, ismi dolaşan iki Belediye başkanına ambargo uyguladı.

Bütün bunlar Kılıçdaroğlu'nu adaylığa hazırlama süreçleri midir?

             Ne hikmet ise AKP'li siyasetçiler ve AKP'ye sözcülük eden Akademisyen ve yazarlar da Kılıçdaroğlu'nun adaylığını çok istiyorlar.

Kimi zaman bu bir kurgu mu diye içimi bir korku sarıyor.?

Çünkü Türkiye'nin sosyolojisi Kılıçdaroğlu'nu taşıyacak bilinçte değildir.

             F. Roosvelt " Siyasette hiç bir şey durup dururken olmaz. Eğer bir şey oluyorsa, planlandığı için oluyor." demişti

               Türkiye'de 2023 Haziranında yapılacak seçimi düşündükçe, Franklin Roosevelt'in yukarıdaki sözü aklıma geliyor.

              Ülke için kader seçimi olabilecek bir seçimde, kişisel çıkarların ya da parti hesaplarının bir kenara konulması gerekir.

Bu seçim sıfır riskli bir yaklaşımla kazanılır.

             Kimi CHP yetkililerinde gördüğüm "Güç Zehirlenmesi”ni, devletin olanaklarını kullanmakta pervasız, "İslamcı otoriter" bir adayın, hangi dili kullanacağını, nasıl bir tavır sergileyeceğini bilmemelerinden daha tehlikeli görüyorum.

            Otoriter adayın, karşısındaki kibar, dürüst, ciddi ve Alevi inancını taşıyan diğer adayı yıpratmak için, hangi yalan, inkâr ve iftiraya başvuracağını bilmemek de başlı başına bir eksiklik olmalıdır.

Kılıçdaroğlu’nun adaylığını riskli görenlerdenim.

             Aday olduğu takdirde aklımı ve bedenimi koyacağım. Ancak başarıya, "ortaklık ettim" diye  "ulufe" istemem. Başarısızlığı da kabul etmem.

            Türkiye Sosyolojisine sahip bir ülkede Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanı seçilmesi, "Fransız Devrimi"nden daha üstün bir "devrim" olacağını düşünüyorum.

            Bunları açık açık yazdığım için bana diş bileyenler, küfredenler, keşke kısır düşündüklerinin farkında olsalar.

Laik ve

Demokratik cumhuriyeti,

 Adaleti,

İdaresi,

Maliyesi,

Adliyesi çökmeye çok yakın olan ülkemizde, kişisel çıkarları, mevki mal, mülk hırsını, parti çıkarını bir yana koyarak; riski en az ya da hiç olmayan bir adayı aramak,  gerçekçilikle daha çok bağdaşır.

.

Hiç kimse yanılmaktan mutlu olamıyor. Bu konuda yanılırsam pek mutlu olurum.

Bu da benim ileri görüşüm olsun.

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.