ALTIN
 2.510,03
DOLAR
 32,5947
STERLİN
40,4574
EURO
 34,8297

 

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

Şu dinin yakasından düşelim artık……..

 Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

 

           Dindar insanlarla kadim sorunlarımızı konuşmak istediğimiz her seferinde, ileri sürülen çözümlere dini gerekçelerle itiraz edildiğini görürsünüz.

            Meğerse din, adil ve insani olan her ne varsa hepsine birden karşıymış da bizim haberimiz yokmuş!

              İster demokrasi deyin, isterse insan hakları veya evrensel hukuk; her ne derseniz deyin, bunlara göre her şey Islama aykırı bulunur…

             Meğerse insan hakları, Batı Hümanizmasından mülhem, felsefi arka planı da olan gayri İslami bir oyunmuş!

             Mevcut sorunlarımızın çözümüne Batı’yı örnek olarak göstermek ise, zaten mümkün değildir. Onlar ki kâfir, emperyalist, İslam düşmanı…

               Mesela bunların yanında idam cezasına veya devletlerin şiddet politikalarına bile karşı çıkamazsınız. Hemen İslam’daki ölüm cezası vesaireyse karşınıza çıkarlar: ne yani, İslam’da ölüm cezası yok mu?!

               Her halkın kendi kaderini tayin hakkı gibi daha ileri talepleri dillendirmek ise zaten hiç mümkün değildir. Tabii ki Müslümanların bir tek ümmet olduklarını unutamayız…

              Bunun da, belki de haklı olarak bazı insanlarda, ‘dindar toplumların dindar kalarak sosyal/siyasal sorunlarını çözmeleri mümkün değildir’ yönünde bir kanaate yol açtığı görülmektedir.

Peki, bu kanaat hepten doğru mudur? Bunu nasıl test edebiliriz?

              Bu kanaatin hangi düzeyde doğru olup olmadığını anlayabilmemiz ancak İslam coğrafyasında dini kaygıları “aşmış” kişi/toplum veya devletlere bakarak öğrene biliriz. Doğrusu bundan daha sağlam bir başka veri de yok elimizde.

              Hatta daha doğru bir veri elde edebilmek için İslam coğrafyasından da öte dünyadaki diğer milletlere ve coğrafyalara da bakmakta yarar vardır. Ama biz yine de sözü daha fazla uzatmamak için şimdilik İslam coğrafyasıyla yetinmeye çalışalım.

                  Mesela Türkiye’de, dini tamamen dışlamış hatta dine karşı savaş açıp “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı kendisine hedef seçmiş olanlara bakalım.

              Peki, bunlar gerçekten bu ülkenin/toplumun sorunlarını çözebilmişler mi, yoksa bilakis mevcut sorunların müsebbipleri yine büyük ölçüde bunlar mı?

              Hadi olanca tarafsızlığımızla bakalım bunların icraatlarına. İddia ediyorum; İŞİD’ in seküler halinden çok da farklı bir şey göremeyeceğiz!

               İsterseniz Türkiye’yi de geçin, İslam coğrafyasının diğer bölgelerindeki bütün seküler yönetimleri teker teker inceleyin. Bakın bakalım, farklı tek bir yönetim şekli görebilecek misiniz?

Eminim gözleriniz her seferinde mahcup bir şekilde yine size dönecektir.

Hani, sorun İslam’dı?

İsterseniz biraz daha devam edelim.

Aynı gözlemlerimizi islam coğrafyasının dışındaki sorunlu başka bölgelerde de sürdürebiliriz.

Varacağımız netice değişmeyecektir…

                  O halde dini suçlama kolaycılığını bırakıp, dikkatlerimizi daha farklı alanlara yöneltmemiz gerekmiyor mu?

               Ki bu da toplumların sahip oldukları siyasi kültür, ahlak, karakter, zihniyet vesaireyse ilgili olabilir belki.

                Bu toplumların ilk göze çarpan özellikleri ise şöyle: bu toplumlar; çözüm odaklı, kurallı, uzun erimli ve kamusal maslahatları gözeterek hareket etmeyi sevmezler. Nitekim aynı şekilde dini kuralları (haramları) çiğnemekte de bir beis görmezler.

Ayrıca empati yapma yetileri, adalet kaygıları ve kurumsal düşünme becerileri de oldukça zayıftır.

Bunun yerine; kısa vadeli kişisel çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı ve sürüngen beyinle (r-kompleks) hareket etmeyi daha çok tercih ederler.

Peki, çözüm ne?

Kendi adıma asıl bunu konuşmak isterdim ama sanırım şimdilik şunu söylemekle yetinmeliyiz: şu dinin yakasından düşelim artık. Biz gereksiz yere onu yormayalım ki, o da gereksiz yere bizi yormasın.

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.