ALTIN
 2.510,03
DOLAR
 32,5947
STERLİN
40,4574
EURO
 34,8297

 

 

             Eskilerde, Almanya da Türkiye'ye izine gelen Almancıları (Alamancı) yolda karşılanırlardı, uğurlanırlardı ve evlerine misafir diye davet ederlerdi. Gelen Alaman cılar, çikolata ve naylon gömlekler gibi hediyelerle gelirlerdi.

              Alamancılar yurda geldiklerinde, birer çantalı radyo, siyah taş plak çalan gramofon, boyunlarına kasetli teyp ve başlarında tüylü flört şapka takarlardı. Son dönemlerde VHS ve BETAMAX kaset çalan ve oynayan (film) videolar getirirlerdi.

              1960'larda, Almanya'ya misafir işçi olarak gitmeye başladılar. Her yıl geçtikçe; Türkiye'deki ekonomik, kültürel ve sosyal dengelerde önemli değişikliklerin olmasına paralel, sosyal yaşantı ve ilişkiler değişince misafirlik de değişmeye başladı.

               O dönemlerde hayat çok yönlü ve acımasız da olsa bile, biri diğerini anlayarak, acıyı ve tatlıyı beraberce ortak bir kalıba indirgemekle paylaşırlar. Yaşam biçimi kocaman bir sahne olmuş gibi, herkesin yüzleri anlaşılır şekilde, beraber ağlayıp ve gülerek aynı sahneyi seyrederlerdi. Herkes aynı masaldan bahsederdi, birisi diğerini keyifle dinlerdi.

              Güneşe birlikte baktıkları gibi, beraber ıslanırlardı, beraber açıklardı ve hayatı beraber paylaşarak yaşamaya devam etmeye çalışırlardı. Kendi yaşamları içerisinde her fert önemliydi ve tüm acılar birlikte son bulurdu.

              Yani yaşam dengeleri yalınız değildi ortak olan çok yönleri vardı. Yaşamak demek; yalnız olmak değil. Yalnızlık hayatın ayrılan bir parçası sayılacağı korkusuyla acı ve tatlıyı paylaşmada vazgeçilmez alışkanlık haline getirirlerdi. Hayal peşinden değillerdi, günlük alışkanlıkların içerisinde mutlu yaşamayı bilirlerdi.

               İçinden bulundukları durumlardan daha kötü sonuçlarla karşılaşmayacağını bildikleri için, gelecek durumlara karşı korkuları yoktu ve düşünmezlerdi bile. Sadece o gün geçirmek için yaşamayı bilirlerdi. Hayatın her anı boş olduğunda, boş geçen zamanları da pek olamazdı. Hayata nasıl bakıyorlarsa öyle de görürlerdi.

               Biliyorlardı ki, hayat sahneleri bazen bir traje ve bazen de bir komedi olduğunun farkındaydılar. Önemli olan, her iki sahnenin seyircisi olmakla hayatı anlayabiliyorlardı. Bildikleri veya öğrendikleri en iyi şey, yaşamanın daha ne kadar güzel olduğunu bilmedikleri ve öğrenmedikleridir. Birlikte yaşarlarken, (kıymet, dostluk, akrabalık, arkadaşlık) hayatın ve anlamının ne olduğunu daha iyi alıyorlardı. Çünkü birisi bir diğerine sürekli muhtaçtı. Birisine hayatın anlamı nedir diye sorsaydılar, "işte yaşadığımız bu hayatımızın taa kendisidir" derlerdi ve izahını da yaparlardı.

               Özlem, genel anlamda hasret kaldıklarını görme ve konuşma isteğidir. Bahsettiğim dönemlerde, bu gibi isteklerini gidermek için, Almanya da gelenleri karşılardı, ugurlardı ve evlerine misafir diye davet ederlerdi.

               Çünkü bahsettiğim dönemlerde; her insanın içinde çocukluğa, gençliğe, sevgiye ve beraberliğe duyulan bir özlem vardı. Halen de, doğup büyüdüğü yere, taşına, dağına ve akan suyuna dahi özlem duyuluyor. Davet etmelerinin en önemli sebepleri, onlardan uzak kalındığında; onlara karşı duyulan sevgi, özlem ve hasretini gidermek için, evlerine misafir ederek sevgileri tazeleyip de hasret gidermek içindir.

               Her gün geçtikçe, oluşan ekonomik sıkıntıların (kriz) altından ezilirken ve toplumsal olaylarla boğuşurken hayatın daha da zorlaşmasıyla sosyal ilişkiler de o dengede bozguna uğradılar. Bu ülke düzeninde;  komşu komşuyu bir çay içmeye dahi davet edemeyecek kadar, yoksul duruma düşmek de mi varmış?

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.