ALTIN
 3.042,49
DOLAR
 35,5025
STERLİN
43,1833
EURO
 36,2485
reklam

12 Eylül Ruhu Ülkeyi sarınca 

Zaman zaman yazılarımda, 12 Eylül darbesinin asıl amacının toplumsal uyanışın önünü kesmek olduğunu belirtirim. Yine yazılarımda defalarca vurguladığım gibi faşist darbe o günkü toplumsal uyanışı bastırmak üzere, uyguladığı baskı, işkence ve yok etme ile toplumu sindirdi. Ancak günün toplumunu sindirmekle kalmadı, geleceğin toplumunun temellerini atmak için adımlar attı. Bu hedefe ulaşmak üzere eğitimi etnik ve dini temellere oturttu. Böylece devleti kutsayan ve günün yönetimine muhalefet etmeyi devlete karşı gelmek olarak gören, verilene razı bir toplumsal yapı oluşturdu ve Türkiye toplumu sorgulama yeteneğini kaybetti. Maalesef bu toplumsal yapı, ülkenin ekonomik ve siyasi politikalarının belirlenmesinde baskın haldedir.
 
Evet, ülkeye ağır bedeller ödeten darbenin asıl amacı, emperyalist kapitalist sistemin dünya genelinde uygulamaya koyduğu yeni liberal (neoliberalizm) ekonomik programın uygulanmasına zemin hazırlamaktı. Nitekim Anayasa Hukukçusu Doç. Dr. Murat Sevinç, 3/6/2025 tarihinde Diken'de yayınlanan “EŞİTLİK KORKUSU VE 12 EYLÜL DARBESİNİN ZAFERİ” başlıklı yazısının bir paragrafında konuyla ilgili şöyle yazıyor: “Her dönem 1982 Anayasası faslına başlarken, öğrenciye 12 Eylülcülerin dört-beş sayfalık meşhur darbe bildirisini, hemen o cuma günü Resmî Gazete’nin mükerrer sayısında yayınlanan bildiriyi okuyorum, bazı satırların altını çizerek. Ve her dönem bir kez daha 12 Eylülcülerin ne denli başarılı olduğunu fark ediyorum. Yalnızca kurdukları hukuk sistemiyle, mevzuat düzeniyle değil, yarattıkları siyasal-sosyal koşulların ürünü hâkim zihniyetle de. 12 Eylül darbesi bir yurttaş tipi yaratmak istedi ve doğrusu hayli durgun zekalı olduğunu düşündüğüm ‘beşi bir yerde’ (darbeci 5 generali kastediyor) amacına kısmen ulaştı. ‘Kısmen’ deyişimin nedeni, sonraki yıllarda toplumsal muhalefetin deli gömleğini yırtmak için gösterdiği çaba. Söz konusu emeği görmezden gelmemeli, buna mukabil darbecilerin hangi değerleri ve kavramları, hangi duyguları unutturabildiğini de kavramalı. Bunu yalnızca gericiliği besleyerek, yalnızca mevzuatla-anayasayla yapmadılar, ‘hatırlatma’ ihtimali olan kim var kim yok ezdiler, öğüttüler.” Aslında hocanın bu tespiti her şeyi tam anlamıyla anlatıyor.
 
Kuşkusuz sevgili Murat Sevinç’in, gerek yazısının başlığı gerekse özellikle bu paragrafta yaptığı tespitler, günümüz Türkiye’sini çok iyi anlatıyor. Zira 12 Eylül’ün yarattığı toplumsal yapı, örgütlenmeyi, dayanışmayı ve yönetenlere karşı mücadele etmeyi unutturduğu için örgütlü yapıları ve onların öncülük ettiği insanca yaşama mücadelesini reddediyor. Daha açık ifade edersem; 12 Eylül’ün dizayn ettiği toplumsal bünye, yukarıda saydığım değerleri kabul etmiyor ve dışarıya atıyor. En kötüsü de çok ciddi bir eşitlik korkusu yaşıyor. Bu öylesine bir korku ki; statü, eğitim, yaptığı iş üzerinden insanlar birbirlerini reddediyorlar. Benim şu kadar eğitimim var, sen benimle eşit olamazsın diyecek kadar kendini yukarıda gören bir kibirlilik söz konusu. Daha da vahim olanı ise; kendini yukarıda görenlerin aşağıda gördüklerinin önemli bir kısmının, bu eşitsizliği kabullenip içselleştirmiş olmalarıdır.   
 
Bizim yaşlarda olanlar hatırlarlar, darbenin lideri Kenan Evren darbeden sonra çıktığı yurt gezilerinde, sık sık garsonların kendisinden fazla maaş aldıklarından dem vurarak sendikaları ve sendikalılığı eleştirirdi. Tabii darbe ortamında kimse Evren’e, "Sen örgütlü değilsen ve hakkını aramayı bilmiyorsan bunun sorumlusu örgütlü işçi mi?" diye soramıyordu.  
 
DİSK/Genel-İş Sendikası, 29 Mayıs 2025 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi iştirakleri, İZELMAN, İZENERJİ ve EGEŞEHİR şirketlerinde çalışan 23 bin işçi adına yaklaşık altı aydır devam eden toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine grev başlattı. Sendikanın anayasal ve yasal bir hak olan grevi başlatması, kendisinin bağlı olduğu konfederasyon DİSK’in ve üyesi grevci işçilerin sözde iktidar karşıtı basının bir kısmı ile sosyal medyada eleştiri yağmuruna tutulmalarına yol açtı. Öyle ki, iş eleştiri sınırlarını aştı ve bir yandan eleştirenlerin yıllardır alanlarda yan yana demokrasi mücadelesi verdikleri DİSK’i diğer yandan grevi karalama kampanyasına dönüştü.
 
Bir kamu kurumu yöneticisi olan belediye başkanının, işçilerin yüksek ücretler talep ettiklerini ileri sürmesi ve çöp toplama popülistliği yaparak grev kırıcılığa soyunması gerginliği tırmandırdı. Özellikle sosyal medyada; sendikanın ne olduğu, sendikaya kimlerin üye olduğu, toplu sözleşmenin ne olduğu, grevin ne olduğu ve hangi şartlarda yapıldığı, greve kimlerin, nasıl katıldığı hakkında bilgisi olmayan birçok insan, grevin gerçek nedenini sormadan bu karalama kampanyasına katıldı. Kısacası yaşananın bir hak mücadelesi olduğu, işçilerin tek taleplerinin ise insanca yaşayacak ücretler olduğu görmezden gelindi. Halbuki sendika, grevin tek nedeninin aynı belediyenin başka iştiraklerinde çalışan işçiler içi  31 Mart seçimlerinin arifesinde, başka sendika ile imzalanmış sözleşmede bulunan ücretlerin kendi üyelerine de verilmesi talebinin kabul edilmemesi olduğunu açıklıyordu. Yani belediye başkanı, eşit işe eşit ücret gibi haklı ve meşru talebi elinin tersiyle itmiş ve sendikanın grev başlatmasına yol açmıştı. Zira başkanın hedefi, örgütlü işçi ile örgütsüz halk kesimlerini karşı karşıya getirmek ve İzmir özelinde CHP tabanını kendi etrafında konsolide etmekti.  
 
Asıl ilginç olan ise; belediye başkanının açıkladığı rakamların gerçek olup olmadığının araştırılmaması ve başkanın açıkladığı giydirilmiş brüt ücretler üzerinden greve karşı çıkılmasıydı. Greve karşı çıkan kitle öylesine manipüle edildi ki, asgari ücretin 22.104 lira, emekli aylığının 14,469 lira olduğu ülkede sendika ile işçiler, 80 bin, 100 bin lira isteme utanmazlığı ile suçlandılar. Bu da yetmedi, DİSK Ege Bölge Temsilcisinin grevin etkilediği insan sayısını belirtmek üzere biz ailelerimizle toplam 500 bin kişiyiz demesi, DİSK, belediye başkanını AKP’ye oy vermekle tehdit etti şeklinde çarpıtıldı. Gene-İş AKP’li belediyelerde aynı ücretleri istememekle, greve gitmemekle ve MHP’li Kırklareli Belediyesinde “0” zamla sözleşme imzalamakla suçlandı. İlginç değil mi anayasa, yasa tanımayan AKP’li belediyelerde örgütlenemeyen ve yetkili olmayan sendika, bu belediyelerde grev yapmamakla suçlanıyordu. “0” zam ise tam bir şehir efsanesiydi. Nitekim sendikanın Trakya Şubesi yaptığı açıklama ile söylenenin doğru olmadığını duyurdu.
 
Öte yandan asgari ücret tespit masasında olmadığı halde, her yıl asgari ücret tespit sürecinde bilimsel verilerle asgari ücret için rakam tespit eden, basın toplantıları, ve sokak eylemleriyle bunu kamuoyuyla paylaşan DİSK, asgari ücrete karşı sessiz kalmakla suçlandı. Eminim ki suçlamayı yapanların çoğunluğu DİSK’in asgari ücret için yaptığı eylemlerden haberdardır. Hele hele 1995 yılında Türkiye’nin ilk emekli sendikasını kuran ve bu sendikası ile 30 yıldır ülkede emekliler için mücadele eden DİSK’in, düşük emekli aylığı için hükümete sesini çıkarmadığını söylemek insafsızlıktır, izansızlıktır.     
 
Özellikle işçileri küçümseyen, bunların istediği maaşı öğretmen, mühendis, doktor hatta profesör alamıyor diyerek, bu ülkenin ağır yaşam koşullarına karşı biraz daha gelir sahibi olmak isteyen örgütlü emekçileri buna layık görmeyen ve yaptıkları iş üzerinden rencide etmeye varan söylemlerle saldırılması tam bir akıl tutulmasıdır
 
Tüm bunlara bakınca, özellikle asgari ücret ve emekli aylığı örnek verilerek yapılan eleştiriler, Murat hocanın adına, “Eşitlik korkusu” dediğinin aslında aşağıda bir eşitliğe karşı olmadığını gösteriyor. Yani işçilerin yüksek ücret istediği çarpıtması ile ayağa kalkmış olanlar, eşitliği refahta değil sefalette istiyorlar. Bu durum iktidarın ekonomi politikasına rıza gösteren ve onu meşrulaştıran tehlikeli bir yaklaşımdır. Zira bu söylem; iktidarın milyonlarca emekli ile asgari ücretliye uygun gördüğü ücret rakamlarının toplumda kabul gördüğünün göstergesidir.
 
Maalesef sol, sosyal demokrat hatta sosyalist insanların grevi CHP’ye operasyon yapıldığı şeklinde yorumlamaları, bu ülkede 23 yıllık AKP iktidarına karşı alan müttefikleri, KESK; TMMOB ve TTB ile birlikte en çok alanlarda olan, emek ve demokrasi mücadelesi veren DİSK’in iktidarla ittifak yapmakla suçlanması insafsızlıktır.
 
İlginçtir ama bu grev, demokrasiyi içselleştirme konusunda toplumun büyük kısmının sınıfta kaldığını gösterdi. Sanıyorum aynı zamanda, grev görmeyenin demokratlığının anlaşılamayacağını da gösterdi. Ve bu grev bize aslında toplumun sistem içi iktidar mücadelesine yedeklendiğini, söz konusu emeğin hakları ve eşitlik talebi olunca, yanında saf tuttuğu siyasetin yanlışlarını gözü kapalı kabul ettiğini gösterdi.
 
Bu grev, “Memur şu kadar alıyor, doktor bu kadar alıyor, siz de buna razı olun.” diyenlerin, 12 Eylül lideri Kenan Evren’in 1980 yılında söylediğini içselleştirdiğini çok açık bir şekilde gösterdi. Bu grev, 12 Eylül’ün ruhunun ülkeyi sardığını kanıtladı! Maalesef işimiz hiç de kolay değil!                                                        

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.