Çağın Tehlikeli Silahı Dijital Teknoloji
Dünyamız tam anlamıyla dijital çağı yaşıyor. Dijital teknoloji geliştikçe haber almak hızlanıp kolaylaşıyor. Elbette bu durum insanlık için önemli bir kazanımdır. Zira artık insanlık dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan olumlu veya olumsuz olaylardan anında haberdar olma şansına sahip. Bu yönüyle bakıldığında dijital gelişmeyi olumlamamak mümkün değil.
Kuşkusuz bu dijital gelişme, haberleşme araçlarını çeşitlendirip geliştiriyor. Bu araçların kimisi kamu hizmeti yapıyor ve haber derleyip topluma aktarıyor. İşi profesyonel yapan yazılı ve görsel medya önemli bir görev üstlenmektedir. Öte yandan “Sosyal Medya” denen ve bireysel kullanıma dayanan platformlar, bir yandan bireysel haberleşmeyi sağlarken, diğer yandan insanların düşünce açıklama yorum ve değerlendirmeler yapmalarına aracılık yapmaktadır. Bu faaliyetler, daraltılmış şekilde bireyden bireye olduğu gibi, arkadaş grupları arası toplu bilgilendirme işlevi de görmektedir.
Tüm bu dijital mecraların, kullananların kullanım niyet ve amaçlarına paralel olarak yararlı ve zararlı sonuçlara yol açabileceği bilinen bir gerçektir. Kuşku yok ki gerek dünya da gerekse ülkemiz de yazılı ve görsel medyaya hakim olan sermaye, medyayı toplumları olaylardan haberdar etmek ve bilgilendirme görevinin dışına çıkarmakta ve istediği gibi yönlendirmektedir. Elbette medyaya bunu yaptıran, medya tekelini elinde tutan küresel sermayedir.
Birinci Körfez Savaşı'ndan bu yana, küresel sermaye medya aracılığıyla toplumları savaşları kanıksamaya ve silahlanmanın gerekliliğine, hatta zorunluluğuna ikna etmeye çalışıyor. Bu amaçla Birinci Körfez Savaşı'ndan başlayan süreçte, ülkelerin birbirlerine yönelik hava saldırıları canlı olarak yayınlanmaktadır. Nitekim uluslararası koalisyonun Irak’a yönelik hava saldırısı dünyaya seyrettirildi. Yine bu günlerde, İsrail ile İran arasında devam eden hava savaşı tüm ayrıntılarıyla evlere servis ediliyor. Elbette bu yayın politikası bir amaca hizmet içindir. Zira bu yayın politikası, ulusal devletleri yönetenlerin silahlanmaya daha çok kaynak aktarmaları için toplumu hazırlıyor. Kuşku yok ki, bu savaşları izleyen ve dehşete düşen ulusal devlet yurttaşları bir yandan savaşların kaçınılmazlığına inandırılıyor, diğer yandan yurttaşı olduğu devletin savaşlarda kullanılacak modern silahlara sahip olması gerektiğine ikna oluyor. Burada yapılan şey bir bilinç altı çalışmasıdır. Daha çok görsel medya kullanılarak yapılan bu çalışmayla insanlar, bilinç altında savaşa ve savaşta kullanılacak silaha sahip olmak gerektiğine ikna olur ve savaşlara karşı çıkmadığı gibi, yurttaşı olduğu devletin silahlanmaya daha fazla kaynak ayırmasına rıza gösterir. Elbette bu durum, devletlerin silah üretimi yapan uluslararası tekellerin müşterisi olmalarını kolaylaştırıyor. Bu nedenle dünyada silahlanmaya devasa kaynak yatırılıyor.
Kuşkusuz burada asıl üzerinde durulması ve tartışılması gereken husus, dijitalleşmenin bireylere kullanım kolaylığı sağladığı ve kontrolsüz bir güç olma yolunda ilerleyen sosyal medyanın yaratacağı etkidir. Evet, görünen o ki yeni çağın baş ağrıtacak en önemli silahı sosyal medyadır. Özellikle yaşadığımız ülke Türkiye’de bu medyayı kullananların önemli bir kısmı kolaylıkla manipüle edilebilmektedir. Tabii ki bunun çeşitli nedenleri var. Bence en önemli nedeni Türkiye toplumunun okuma ve araştırma alışkanlığı eksikliğidir. Daha açık bir ifade ile okumayan ve araştırmayan Türkiye toplumu, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bir toplumdur.
Zaman zaman yazılarımda Türkiye'de gerginliğin hiç düşmediğini, karşıtlıkların hep sürdüğünü belirtirim. Bunu belirtmemin nedeni, ülke de yaşanan tüm olayların karşıtlık üzerinden değerlendirilmesi ve bir tarafın ak dediğine karşı tarafta yer alanın kendisini kara demek zorunda hissetmesidir. Kuşkusuz bu durum sistem içi siyaset açısından önemli bir fırsattır. Son yıllarda iktidarın bu alanda çalışmalar yaptığı ve sahte isimle birçok hesap açtırdığı tartışılmaktadır. Elbette insanları bu düşünceye sevk eden birçok emare var. Örneğin; birçok hesabın aynı anda, tek merkezden çıkmış paylaşımlar yapması başka türlü açıklanamaz. İktidar yandaşı yazılı ve görsel medya ile sosyal medya hesaplarının genel taktiği, asparagas haber yayınlanır sonradan gerçek olmadığı ortaya çıksa da düzeltilmez. Bu yayınları takip eden kitle muhalif yayınları izlemedikleri için yayınlanın doğruluğuna inanır. Bunun en bariz örneği; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile yakın çalışma arkadaşlarının 5 yılda 560 milyar lira götürdükleri yönünde yandaşlarca kullanılan gerçek dışı haberdir. Halbuki götürüldüğü söylenen rakam, belediyenin 6 yıllık bütçesinin toplamından fazla. Kısacası 6 yıllık belediye yönetimi, belediyenin olmayan parasını götürmüş. Yandaş basını izleyen ve okuyanlar, bunu sosyal medya hesaplarından sürekli paylaşıyorlar. Troll denen bu hesaplar, olmayan bir şeyi varmış gibi paylaşarak, iktidar lehine kamuoyu oluşturarak, hukuksuz yargılamaya zemin hazırlıyorlar.
2023 seçimleri öncesi, Altılı Masa'nın aday belirleme çalışmaları sürecinde benzer bir çalışma Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı yapılmış ve Kılıçdaroğlu’nun etnik kimliği ile mezhebi, seçilemeyeceğinin gerekçesi yapılmaya çalışılmıştı. Sonra masadan sonra kalkacak ve tekrar oturacak olan, dönemin İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in seçilecek aday söylemiyle paralelliği düşünüldüğünde, bu tür paylaşımların Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını önlemeye yönelik paylaşımlar olduğu açıkça görülecektir. Ne var ki bunu yapanların hesaplamadığı şey, Kılıçdaroğlu’nun mezhebinin kullanılmasının toplumsal dokuya vereceği zarardı. Kuşku yok ki, Kılıçdaroğlu’nun eleştirilecek birçok eksiği ve siyasi öngörü eksikliği vardı. Doğru olan bu hata ve eksiklikleri üzerinden eleştirilmesiydi. Örneğin; Anayasaya aykırı ama destekleriz diyerek HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına destek vermesi büyük bir hataydı. Dolayısıyla ilkesel olarak, bu ve benzeri hataları üzerinden eleştirmek yerine etnik kimliği ve mezhebi üzerinden itibarsızlaştırmanın birlikte yaşama zarar vereceği hesaplanmadı. Parti kurultayı süreci ile şimdi kurultayla ilgili süren soruşturmada da aynı yöntem izleniyor. Kuşku yok ki Kılıçdaroğlu'nun Aleviliğinin kullanılması CHP açısından önemli bir handikaptır.
Son günlerde yaşananlar, CHP açısından tek handikabın bu olmadığını gösteriyor. Nitekim İzmir Büyükşehir Belediyesi ile DİSK/ Genel-İş Sendikası arasında yaklaşık 5,5 ay süren toplu sözleşme görüşmelerinde Belediye Başkanı Cemil Tugay’ın, belediyenin daha önce başka sendikayla imzaladığı toplu sözleşmede bulunan ücretleri Genel-İş üyesi işçilere vermeyi kabul etmemesi üzerine, sendika 29 Mayıs’ta yasal olarak grev başlatmak zorunda kaldı. Sendikanın grev başlatmasıyla birlikte, hem yerel ve genel basının ulusalcı kalemleri hem de sosyal medya da bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların katıldıkları yoğun bir karalama kampanyası başlatıldı. Kampanyanın grevin başlamasıyla birlikte başlaması belediye yönetiminin bir hazırlık yaptığını gösteriyor. Zira kampanya ikili ayak üzerinde yürüyordu. Paylaşımlar bir yanda greve çıkan 23 bin işçiyi, Genel-İş’i ve DİSK’i hedef alırken diğer yandan önceki Belediye Başkanı Tunç Soyer ile ekibini ve hatta onu aday yaparak seçilmesini sağlayan Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alıyor ve Tunç Soyer ile Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt ve Alevileri belediyeye doldurmakla suçlanıyorlardı.
Kampanyayı yürütenler, iktidarın CHP’li belediyelere yönelik yürüttüğü yargı operasyonlarını öne sürerek, DİSK’i ve Genel-İş’i AKP ile iş birliği yapmakla suçluyorlardı. Yetmedi DİSK, hükümete karşı sesini çıkamamakla, Genel-İş'in örgütlü olmadığı AKP’li ve MHP’li belediyelerde grev yapmamakla, sıfır zamlı sözleşmeler imzalamakla suçlandı. DİSK en çok mücadele ettiği asgari ücret ve emekli maaşı konularında iktidara karşı sessiz kalmakla suçlandı. Sarı sendika, Soros’çu, BOP’çu olarak yaftalandı. Halbuki DİSK 58 yıldır bu ülkede emek ve demokrasi mücadelesi veren ve her gün alanlarda olan bir örgüttür.
Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı yürütülen itibarsızlaştırma kampanyası ile 7 gün süren İzmir Büyükşehir Belediyesi işçilerinin, grevi sürecinde DİSK ve Genel-İş sendikasına yönelik sürdürülen karalama kampanyası, yazılı ve görsel medya ile sosyal medyanın amaca hizmet edecek şekilde kötü niyetli kullanılması Türkiye’de muhalefetin iktidarın yöntemlerine başvurduğunu gösterdi. Özellikle işçilerin “Eşit işe eşit ücret” talebinin karartılması, Cemil Tugay’ın rakam oyunları ile söylediği brüt rakamların işçilerin eline geçecek rakamlar gibi aktarılması, "Asgari ücret 22 bin emekli aylığı 14,500 lira işçiler 80 bin 100 bin lira istiyorlar, bunları işten çıkarın, asgari ücretle çalışacak on binlerce insan var" gibi klişelerle örgütlülüğe saldırılması, yoksulluğun kabullendiğini gösteren tehlikeli bir yaklaşımdır.
Tüm bunlar, medyanın özellikle sosyal medyanın genelde dünyada, özelde ise Türkiye’de tehlikeli bir şeklide belirleyici olmaya başladığını ve onu kötü niyetli kullanmak isteyenlere hizmet ettiğini gösteriyor. Kısacası, dijital teknoloji kötü niyetlilerin ellerinde tuttukları tehlikeli bir silahtır artık!