Duygusallık İnsana Yanlış Yaptırır!
"Savaş, politikanın diğer araçlarla devam ettirilmesidir. Savaşlar halkın gözünden düşmüş yöneticilerin, ekmek kadar, su kadar ihtiyaç duydukları öldürme ve yok etme aracıdır.” Bu söz 1780-1831 yılları arasında yaşamış prusyalı general, filozof ve askeri tarihçi “Savaş Üzerine” eserinin yazarı Carl von Clausewitz’e ait.
Bu söz tam anlamıyla günümüz dünyası için söylenmiş bir söz. Doğrusu İran-İsrail savaşı Clausewitz’in bu tanımına tıpa tıp uyuyor.
7 Ekim 2023 tarihinde, Hamas’ın İsrail’e saldırdığı gerekçesiyle Gazze’ye yönelik saldırıları 2,5 yılı aşkın bir süredir devam eden İsrail, 13 yıl süren dış destekli iç savaş sonucu Suriye yönetiminin değişmesini de fırsat bilerek, bölgede uyguladığı yayılma politikalarının önünde son engel olarak gördüğü İran’a saldırdı. Tabii ki İsrail bunun başta ABD olmak üzere, Batı ülkelerinin onayını almadan yapmış olamaz. Nitekim saldırının hemen ardından alışılmış senaryo sahnelendi ve Batı ülkelerinin yönetimlerinden peş peşe İsrail’e destek açıklamaları geldi. Böylece değişmeyen senaryo ve değişmeyen gerekçe, "İsrail’in kendisini savunma hakkı var!" tekrar gündeme geldi. Kime karşı neye karşı savunma hakkı? İran mı İsrail’e saldırdı da İsrail kendisini savunuyor? Elbette değil. Saldıran ve askeri komutanlar ile bilim insanları dahil birçok üst düzey insanı katleden İsrail. Peki neye karşı nefsi müdafaa hakkı kullanıyor?
Saldırının gerekçesi aslında daha önce Irak işgalinden tanıdığımız bir gerekçe. Hatırlayacaksınız Irak’ın işgaline giden süreçte ABD-İngiltere koalisyonu, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu yönünde yoğun bir propaganda yürütmüşlerdi. İlginçtir; Irak’ın elinde işgale gerekçe yapılan silahların olmadığı, sonradan bizzat zamanın İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından itiraf edilecekti. Şimdi de benzer şekilde İran’ın nükleer silaha sahip olmaya yakın olduğu iddiası ile İran’a saldırılmaktadır.
İran, Uranyum zenginleştirme programı amacının nükleer silaha sahip olmak olmadığını defalarca açıkladığı halde, İsrail ile ABD, İran’ın nükleer silaha sahip olmasına göz yummayacaklarını söyleyerek İran’a saldırının zemini hazırladılar. Kaldı ki saldırıdan bir gün sonra. ABD ile İran heyetleri konuyu görüşeceklerdi. Kısacası saldırı, İsrail’in bu görüşmeyi ve olası bir antlaşmayı önlemeyi amaçladığı planlı bir saldırıdır.
Elbette İsrail’in bu şımarıklığı yapmasını sağlayan, daha önce yaptığı hukuk dışılıklara gösterilen müsamaha ve ne yaparsa yapsın verilen destektir. Özellikle 2,5 yıldır Gazze’de, kundaktaki bebekten 90 yaşındaki yaşlı insana kadar bebek, çocuk, kadın, hasta, yaşlı demeden, evde, sokakta, çarşıda, pazarda, okulda hastanede, kampta on binlerce Filistinliyi katleden, aç bırakan, uluslararası yardımların ulaşmasına bile izin vermeyen, okul, hastane, hasta veya yaralı taşıyan ambulans, ibadethane demeden vuran, 18 bini çocuk, 50 binin üzerinde insanı katleden, İsrail bu ve daha önce yaptıklarına verilen destekten cüret almaktadır. Tüm hukuk ve kural tanımazlığın asıl suçlusu, İsrail’i şımartan ve dokunulmazlık zırhının içinde koruyan uluslararası düzenin suç ortaklığıdır. Bu düzenin hedefi, başta Ortadoğu olmak üzere dünya genelinde kaynakların kontrolünü elinde tutmaktır. Kuşkusuz İsrail bu hedefe ulaşmanın vurucu gücü olarak korunmaktadır.
Kim ne derse desin, İsrail bu kadar pervasızlığı kendi gücüne güvenerek yapmıyor. Nitekim savaş İsrail’in abartıldığı kadar güçlü olmadığını ortaya çıkardı. İlk günkü ani saldırıda güç gösterisi yapmış olsa da saldırıya karşılık veren İran’ın kademe kademe arttırdığı karşı saldırısı, İsrail'i bir hayli zor durumda bıraktı. Özellikle çok güvendiği demir kubbenin, yoğun saldırılar karşısında işlevsiz kalacağını herkes gördü. İsrail çok sıkıştığı ve hedeflediği nükleer tesisleri vuramadığı için son gece ABD devreye girdi ve savaşa gerekçe gösterilen tesisleri vurduğunu açıklayarak, sözde İsrail’in hedefine ulaşmasını sağlamış oldu.
Bu saldırı da göstermiştir ki, İsrail’in işlediği bütün suçların arkasında ABD’nin silah ve diplomasi desteği var. Özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde sahip olduğu veto hakkını İsrail’in saldırılarını meşrulaştırmak için kullanıyor. Öte yandan Avrupa, tarihte izlediği antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) ve Nazi Almanya’sının yaptığı soykırımın yani Holokost’un etkisindedir. Daha açık bir ifade ile yoksul Filistin halkı Hitler’in işlediği insanlık suçunun faturasını ödeyen kurbandır. Arap ülkeleri deseniz, içlerinden biraz olsun İsrail’e kafa tutan Irak, Libya ve Suriye yönetimleri tasfiye edildikten sonra, tamamı ABD’nin uydusu durumunda oldukları için hiçbirisinin İsrail’e sesi çıkmıyor.
Tüm bunlar bir araya getirildiğinde, meselenin bir vicdan borcundan çok daha ileri, derin, stratejik bir mesele olduğunu açıkça göstermektedir. Zira İsrail, ABD için bir müttefikten çok daha fazlası. Yukarıda belirttiğim gibi İsrail, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da vekâletini devrettiği vurucu gücüdür. Askeri tanımlama ile ileri karakoldur. Bu karakolun öncelikli görevi, Batı'nın petrol tekellerinin çıkarları için petrolün güvenliğini sağlamaktır. Bu çıkarlara tehdit olarak görülen İran’ın kuşatılması ve bölge de yalnızlaştırılması projesi uzun yıllardır uygulanmaktadır. Adına Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) denen bu proje ile Suriye yönetiminin değiştirilmesi, Hizbullah’ın zayıflatılması, İran’ı saldırıya açık hale getirdi ve ileri karakol İsrail görevini ifa etmek üzere, İran’a saldırdı. Arap dünyasının parçalanması ve Orta Doğu’nun jeopolitik olarak egemenlik altına alınması gibi birçok başlıkta İsrail’in saldırganlığı aslında Batı’nın sessiz sözcülüğüdür.
Öte yandan İsrail ve destekçileri her eleştiriyi antisemitizm olarak yaftalamaktan asla geri durmuyorlar. Böylece siyasal içerikli eleştiri bile sahibinin linçe maruz kalmasına yol açmaktadır. Ne yazık ki bu yöntem suç bastırmanın aracı haline geldi. Kuşkusuz İsrail’in bu denli pervasızlaşmasının tek nedeni Batı’nın desteği değil, başta demokrasi ve insan haklarını koruma rolünü dünyanın her yerinde oynayan ABD’nin sıkı ortakları Arap ülkelerinin krallık, şeyhlik, emirlik gibi çağdışı rejimleri olmak üzere, genelde İslam ülkeleri yönetimlerinin ABD hegemonyasını kabullenerek sessizliğe bürünmeleri, hatta hava sahalarını İsrail’e açmaları da rol oynamaktadır.
Evet, saldırgan İsrail ve onun destekçisi Batı'nın saldırganlığının şimdiki hedefi İran. İran kim? Onlarca yıldır İran halklarını inim inim inleten, saçı göründü diye kadınları ağır şekilde cezalandıran, başta Kürt aktivistler olmak üzere birçok muhalifi dar ağacına gönderen bağnaz molla rejiminin yönettiği, tarihin en eski medeniyetlerinden biri. Maalesef bu savaş, inançlarına göre Tanrı tarafından kendilerine vaat edildiğine inandıkları geniş bir coğrafyada Yahudi imparatorluğu hedefleyen Yahudi gericisi İsrail yönetimi ile İslam gericisi İran Molla rejimi arasında. Böyle olsa bile İsrail’in uluslararası hukuku yok sayan saldırganlığını hiç kimse tasvip etmemeli ve amalarla, fakatlarla ona meşruluk kazandırmamalı.
Bu savaş, iki gerici yönetime kazandırırken, yoksul halklara kaybettirmektedir. Zira iki devletin yönetimi de halkın desteğini kaybetmiş yönetimlerdir. Ve maalesef yaptıkları bu kayıkçı kavgasını, iç siyasette toplumları susturmak üzere kullanmaktadırlar. Özellikle İran Molla rejiminin başta İran Kürt halkı, genelde İran halklarına yaşattıklarından dolayı İsrail'e destek vermek gerektiği yönünde değerlendirmelerde bulunulması kabul edilecek bir gerekçe değildir. Kaldı ki ABD ile İsrail hedeflerinin İran rejimi olmadığını açıkça ifade ediyorlar. Elbette İran Molla rejimine tepki gösterenlerin gerekçelerini yabana atmak mümkün değil. Ancak bu haklılık, tepkilerin temelinde duygusallık yattığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Maalesef molla rejimine duyulan duygusal tepki, bizi on binlerce insanı, çocuk, yaşlı, genç, kadın, hasta ayrımı yapmaksızın katleden, 2,5 yıldır Gazze'yi cehenneme çeviren Yahudi gericisi Netanyahu yönetimini desteklemek gibi bir yanlışa götürebilir. Halbuki Netayuahu zihniyeti, kendisi gibi zalim, İslam gericisi molla rejimini vurarak bu rejimin kendisine yapılan saldırıyı, Yahudi nefretini körüklemek için kullanmasını ve İran halkları üzerindeki baskı ve zulmü arttırmasını sağlıyor. Kuşku yok ki İsrail sadece bunu yapmıyor, dünyanın sempatisini kazanmayı ve işlediği insanlığa karşı suçlar nedeniyle uluslararası hukukta karşı karşıya kaldığı veya kalabileceği yaptırımların görmezden gelinmesini sağlamaya çalışıyor.
Tüm bu nedenlerle, İsrail'in, üç beş İranlı yöneticiyi öldürmesinin Ortadoğu halklarının kurtuluşuna giden yolu açacağını düşünmek, katillerden katil beğenmektir. Belki ütopik gelebilir ancak yapılması gereken, halkların örgütlenmeleri için mücadele etmek ve tüm katillere karşı ortak mücadele vermektir. Zira ABD'nin Vietnamı işgal ettiği süreçte, 1960'lar ve 1970'lerde, dünya genelinde yükselen, anti kapitalist, anti emperyalist savaş karşıtı mücadele bunun için yol göstericisidir!