Barış...
Dün 1 Eylül Dünya Barış Günü’ydü. “Toplumsal Barışı “oluşturmak adına TBMM’de yeni bir çalışma başlatıldığı bu dönem, barışın ne denli hayati önem taşıdığı düşünülerek değerlendirilmeli.
Her yıl olduğu gibi dün de özellikle demokrasiyi, özgürlükleri, insan hakları içinde öncelikle yaşam hakkını savunanlar, insana saygı duyanlar, toplumların mutlu ve refah içinde yaşamasını isteyenler, kısaca insan olmanın hakkını verenler, “Barışın doğaya, dünyaya ve insanlığa olan katkısını anlatan “güzel sözler söylediler. Ve ne yazık ki,” Silah tüccarları, ölüm tacirleri, gözü doymayan toprak simsarları, diktatörlük heveslileri velhasıl, insana düşman, egosu yüksek savaş kışkırtıcıları, kulaklarının üstüne yatarak bugünü geçiştirmenin yollarını aradılar. Ağızlarında geveleyerek kerhen barıştan bahsettiler.
Barışın gücünü anlatabilmenin tek yolu, savaşın yarattığı dünyadaki yıkımı, ölümleri, insanlığın uğradığı çöküntüyü, özgürlük ve haklarındaki
kayıpları dile getirmektir…
Böylece “Barış denilince” ortaya çıkan beklentinin ne denli gerçekçi ve önemli olduğu anlaşılacaktır. Barıştan ortaklaşa beklenti, yaşamın insana yakışır şekilde sürdürülmesidir!
Toplumların hak ve özgürlüklerinin tam oluşması, demokrasi içinde ve yaşam ihlallerinden uzak, adaletli, mutlu ve refah ortamının
sağlanmasıyla mümkündür.
Ancak, yukarıdaki kavramların tüm dünya toplumları tarafında kabul edilmesi tam olarak gerçekleşememiştir. 3. Emperyalist yayılmacılık dönemin gerçekleşebilmesi, kapitalist sisteme bağlı ülkelerin, güce tapan ezik toplumları ve diktatör bozuntularının Elele vererek “ barışı” ortadan kaldırmalarıyla mümkündür. Son örnek Gazze’dir. Emperyalistler İsrail’de Barışı yok ederek, dünyanın gözü önünde Gazze’nin “asıl sahiplerini” vahşice katlederek o bölgede çıkar sağlamaya çalışıyor. Katiller para uğruna, milyonlarca masum insanı yok etme hakkını kendilerinde bulmuşlardır. Çağımızın gerçek felaketi haline dönüşen Trump ve şürekâsı, “dengeyi kaybetmiş” diğer siyasal yöneticilerle birlikte, gözünü kırpmadan soykırım yapıyor, ülkelerin rejim ve sınırlarıyla oynuyor.
∗∗∗
BOP ’un uygulanmaya başladığını Halkımız fark etmeli. Eş başkanının varlıyla da karşımızdaki tehlike göz ardı edilmemeli. “100 yıl savaşlarını “yaşamış Avrupa feodalitesi döneminde bile yaşanmayan katliamlar, 20. Yüzyılda yaşandı. 1 Eylül’ü insanlık, 2. Dünya Savaşı’nı başlatan Faşist Hitler’in Polonya’ya girdiği tarihi lanetlemek adına “Dünya Barış Günü” olarak kabul etti ve kutluyor. Barış, “savaş ve çatışma anlayışı yerine, ölümlerin durması, kanın akmaması ve ülkelerin yıkıntı haline dönüşmemesinin önlenmesi adına önerilen”, büyülü bir kavram olarak kabul ediliyor.
Son 23 yılda, çöken ekonominin yarattığı aşırı pahalılık, çiftçinin bilinçli olarak tarımsal üretimden el çektirilmesi, köylerin mahalleye çevrilmesi, tarımsal üretim kurumları, değerleri ve yöntemlerinin yok edilmesi, tarımsal yıkımı ortaya çıkaran bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Emekleri çalınan tüm emekçiler gibi tarım üreticileri de kalıcı yoksulluk girdabındalar. Bu durum, gelir ve paylaşım adaletini yok etti, dolayısıyla toplumsal barışı sekteye uğrattı. Zaten İktidar yıllardır, yurttaşların farklı kimlikleriyle oynayarak, aralarında çelişki ve çatışmayı derinleştirmek istiyordu. Bu nedenle uzunca süre özellikle Kürt’leri dışlayan politika uyguladı. CHP’nin attığı bilinçli politik adım sayesinde 15,5 milyon yurttaşın oy vererek Cumhurbaşkanı adayı yaptığı Ekrem İmamoğlu, AKP’nin kimyasını bozdu.
Ülkeyi, laik demokratik sosyal hukuk devletiyle yönetmekten vazgeçti.
Dış desteklerin de yardımıyla İktidar, yurttaşlarımızın aleyhine oyunlar oynamaya başladı.
Bu oyunlar, Ülkemizdeki “barışa olan açlığı” ortaya çıkardı. İktidar, muhaliflerine açıkça Düşman hukukunu uyguluyor. Yandaşa işlenen gerçek suçlardan hiçbir şey yapılmıyor, muhalif gerçek dışı iddialarla yargısız infazla zindana atılıyor. Hak hukuk ve adalet kayboldu. Yurttaş artık devletine güvenmiyor. İktidar, koltuğunu korumak için adeta bir iç savaş kışkırtıcılığı yapıyor!
∗∗∗
Her vesile komşularla yada sanal düşmanlarla savaşa hazırlanılıyor havası vererek, toplumun dengesini ve moralini bozmaya çalışıyor. Oysa Büyük Atatürk, “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Gerçek kanaatim şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir". Atatürk 1931’deki konuşmasında ise, “Türk Cumhuriyetinin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta barış, dünyada barış gayesidir.’’ demiştir!
Barış, kin ve düşmanlıkla birlikte yürüyemez. Bilinmeli ki Halkın, ekonomik, politik ve de adalet beklentisine cevap veren iyileştirmeler olursa “Kalıcı Barış” oluşur. Güvenli, refaha ulaşmış adil bir düzene sahip, uluslararası ailede saygınlık ve itibar sahibi bir ülke, “barışa” güç katar. Dahası, kin, nefret, kıskançlık, aç gözlülükle verilen eğitim politikası, ülkeyi barıştan uzaklaştıran en temel engeldir. Barış, tam bağımsızlığı oluşturan önemli bir güçtür…
Toplumda aynı haklara sahip olmayı sağlar. Tüm bunların gerçekleşmesi yalnızca, sermayeden yana olmayan, insana ve emeğine saygılı, laik ve demokrasiye inanmış, hukukun üstünlüğünü gerçekleştiren bir siyasi iktidarla olur. Çare vardır. Çare erken seçimdir.