ALTIN
 2.498,71
DOLAR
 32,5315
STERLİN
40,6457
EURO
 34,6836

 

 

             Karl Marx, “Görüntü gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı” der. Maalesef kapitalist sistem, günümüz illüzyon dünyasında insanlığa gösterdiklerini o kadar gerçekmiş gibi gösteriyor ki, neredeyse insanlar bilime gerek yok deme noktasına geldiler.

            Çünkü günümüzde insanlık, illüzyon bombardımanının yaydığı sis bulutunun altında kaldı ve etrafını göremiyor. Dolayısıyla sistemin dayattığı gerçek dışı bilgileri hayatın gerçeğiymiş gibi kabul etmek zorunda kalıyor.

              Bana göre buna verilecek en yakın örnek, 2019 yılının son aylarından itibaren dünyayı etkisine alan Covid-19 virüs salgınıdır.

              Virüs nasıl ortaya çıktı ve yayıldı? Halen varlığını sürdüren virüsün yaygınlık düzeyi ile insan sağlığına etki derecesi nedir? Devletlerin sağlık sistemleri neden yetersiz kaldı? Salgın konusunda şeffaf olunmamasından dolayı gerçek vaka sayısı ile ölüm sayılarının ne kadarı saklandı? Önleyici aşılar için neden devletler değil de şirketler çalışma yaptı? Salgın ilaç tekellerine imtiyaz için kullanıldı mı? İlaç tekeli bu şirketlere devletlerden ne kadar para aktarıldı? İlaç tekellerine tanınan patent imtiyazı salgınla mücadelede ne kadar aksamaya yol açtı ve bu imtiyaz yoksul ülkelerin aşıya ulaşmalarını ne kadar engelledi? Bundan sonra olası salgınlarda milyarlarca insan yine bu ilaç tekellerinin insafına mı terk edilecek? Sorular… sorular… sorular…

             Kuşkusuz bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak sanıyorum halen cevaplandırılmamış olan yukarıdaki soruların cevaplandırılması, birçok şeyin aydınlatılmasını sağlamaya yeter de artar. Ne yazık ki tüm bu sorular cevapsız kalmaya devam ediyor.

              Ben bilimin konuya dair gerçek bilgilere ulaştığını ancak gerek dünyayı hakimiyetine almış global sermayenin gerekse onun temsilcisi ülke yönetimlerinin bilimin önünü kestiklerini ve bilgilerin yayılmasını perdelemelerinin yanı sıra, virüse karşı uzun süreli koruyucu aşılar ile tedavi edici ilaçların geliştirilmiş olduğu ihtimalini göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum.

              Çünkü bir bütün olarak kapitalizmin, bu salgından mümkün olduğunca karlı çıkmak için ulusal devletlerle iş birliği yaptığı ve toplumlar üzerindeki kontrolü pekiştirmek adına bu perdelemeyi araç olarak kullandığı su götürmez bir gerçektir.

              Salgının hızını yavaşlattığı yönünde yaygın bir kanının oluştuğu bu günlerde, bilim insanlarının salgının nedenleri ile bundan sonraki olası salgınlar karşısında alınacak tedbirleri masaya yatırılmalarına ve dünya çapında bir tartışma yürütmelerine ihtiyaç var.

                Bunun için, bilimsel toplantılar organize edilmeli ve detaylı değerlendirmeler yapılmalıdır. Bilimsel olarak yapılacak bu tartışmaların sonuçları dünya ile paylaşılmalı ve yapılması gerekenleri yapmaları için devletler üzerinde baskı oluşturulmalıdır. Kısacası insan sağlığının söz konusu olduğu bu konuda devletlere sorumluluklar yüklenmelidir.

               Elbette gerekenleri yapma konusunda bireysel çaba sarf eden bilim insanlarının bu çabaları değerlidir. Ancak genele baktığımızda, devletler ile sermayenin kontrolünde olan ve onların aktardıkları kaynaklarla faaliyet yürüten kurumsal yapıların üzerlerine düşenleri yapma konusunda kendilerini yetkin görmediklerini ve gerekli çalışmaları yapmadıklarını görüyoruz.

              Kuşkusuz bunun temel nedeni, ulusal devletlerde yönetim erkini elinde tutanların global tekellerin kontrolü dışına çıkacak yetkinliğe sahip olmamaları, hatta kendilerini onların dikte ettiklerini yapmakla görevli görmeleri.

                Kuşku yok ki, bugün cevap verilecek en can alıcı soru, salgın sonrası yaşamın nasıl olacağı sorusudur. Bu soru, insanlığın ve bir bütün olarak canlı hayatın devamı için ivedilikle cevabını bulmalıdır. Zira ya insanlık bu salgının yaşanmasına yol açan kapitalist sömürü sistemini mahkum edip daha adil ve daha yaşanılası bir sistemde yaşayacak ya da vahşi kapitalizmin dünyayı yok oluşa sürüklemesini seyretmeye devam edecek.

                Görünen o ki, sistem mevcut statükonun devamı için hazırlıklarını sürdürüyor ve bunun için hazırladığı projeleri gerekirse baskı ve zor aygıtlarını devreye sokarak kısa zamanda insanlığa dayatacak. Buna karşı başta bilim insanları olmak üzere daha eşit ve adil bir dünyada yaşama kavgası verenler, mevcut statükonun devamının insanlık için yıkım olduğu gerçeğini toplumlara anlatacak mekanizmalar geliştirmelidirler.

              Burada yapılacak ilk iş, bundan sonra ortaya çıkması muhtemel bu tür salgınların en az hasarla atlatılması için gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. Bu ise sağlık ve sosyal güvenlik alanlarının kamu hizmeti olarak, gelir düzeyine bakılmaksızın toplumun her bir bireyine devlet tarafından, ücretsiz verilmesinin sağlanması ile mümkündür. Kısacası yeni liberal anlayışın sağlığı hak olmaktan çıkaran, hastaneleri işletme, hastaları ise müşteri gören anlayışı mutlak suretle çöpe atılmalıdır.

                 Unutulmamalıdır ki, dünya insanların da içinde bulunduğu tüm canlıların ortak yurdudur. Dolayısıyla her birimiz, sadece kendimizden değil bütün canlı yaşamdan sorumluyuz. Bu nedenle, salgının insanlığa vereceği en önemli ders, sağlıklı kalmanın, her bir bireyin sağlıklı olmasının gözetildiği, dengeli doğa, sağlıklı çevre, sağlıklı canlı yaşam ve sağlıklı insanın varlığı ile mümkün olduğudur.

               Tüm bu nedenlerle, salgının öncesiyle, devam süreciyle ve sonrasıyla masaya yatırılmasına ve her yönüyle tartışılmasına ihtiyaç vardır. Böylece dünyanın bundan sonra nasıl şekilleneceği sorusu cevabını bulacaktır.

               Zira tüm kesimlerin dünyanın yeniden yapılanması gerektiği yönünde ortaklaştığı görülüyor. O zaman bunu fırsata çevirmek isteyen sermayenin, dünyanın yapılanmasında hakimiyetini pekiştirmekten yana politikalarını toplumlara dayatacağı su götürmez bir gerçektir. Bunu dünya genelinde otoriter yönetimlere yönelmenin artmasından ve başta Rusya-Ukrayna savaşı olmak üzere, sistemin dünyanın değişik bölgelerinde halklara dayattığı savaşlardan anlamak mümkündür.

                Tüm bu gerilim ve çatışmalar, halklar arasında derin uçurumlara yol açıyor ve halkları birbirinden uzaklaştırıyor. Bu ise insanları otoriter yönetimlere destek vermeye yöneltiyor. Bir başka deyişle, sermaye, salgını daha baskıcı totaliter yönetim anlayışını toplumlara kabul ettirme fırsatına dönüştürüyor.

              Halbuki salgının ortaya çıkmasının yegane sorumlusu olan kapitalist sistemin insanlığa vereceği hiçbir şey kalmamıştır. Bu nedenle geleceği planlarken veya dünya yeniden yapılandırılırken, salgına yol açan kapitalizmin politika ve uygulamaları tüm çıplaklığı ile göz önüne serilmelidir. 

               Tüm bunlardan hareketle, yeni dönemde genelde dünya özelde ise devletler, ya başta sağlık olmak üzere sosyal devlet anlayışına geri dönerek insana yatırım yapacaklar ya da insanlık mevcut statükonun illüzyonun yol açtığı sis perdesinin gerisinde, hayatın gerçeklerinden kopuk yaşamaya devam edecek. Maalesef sistemin ezdiği büyük çoğunluk, statükonun devamına güçlü bir şekilde itiraz etmedikçe kapitalizmin aşırı kaynak tüketimi politikasının yol açtığı doğa tahribatı, dünyayı dönüşü olmayan sona götürecektir.

             Buradan hareketle, dünyanın ezilen çoğunluğu yeni dönemde bilimi esas alan, insanların sağlık ve sosyal güvenlik hakları için yatırım yapan, dayanışmacı sosyal devlet yapılanmasını ısrarla talep etmeli ve bu uğurda mücadeleyi yükseltmelidir.

             Daha açık söylersem, bundan sonrasını belirleyecek olan dezavantajlı kesimlerin örgütlülüğü ve örgütleri aracılığıyla devletleri yönetenler üzerinde kuracakları baskıdır. Çünkü insanlık bu virüs salgınında, dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkacak olan bir sorunun tüm dünyayı etkisine aldığını yaşayarak öğrenmiş oldu.

            Maalesef yazının başında belirttiğim gibi, sistem illüzyonla gerçeklerin üstünü kalın bir sis bulutu ile örtmekte ve gerçeklerin görünmesini engellemektedir. Elbette üstü ötülen gerçekler, Covid-19 salgınında gizlenenlerle sınırlı değil.

             18. ve 19. yüzyılların vahşi kapitalizmine rahmet okutan günümüz vahşi kapitalizminin kâr hırsıyla uyguladığı aşırı kaynak tüketimi politikası ve bunun sonucu olan doğa tahribatı, dünyanın herhangi bir bölgesinde ortaya çıkan gerilimler ve savaşlara ilişkin toplumlardan gizlenenler, özgürlük ve demokrasi havarisi kesilen silah tekellerinin temsilcisi devlet yönetimlerinin halkları birbirine kırdırma politikaları, halklar arasında körüklenen ırk, din, mezhep ayrılıkları, ülke yönetimlerinin hamaset ve manipülasyonlarla iç ve dış gerilimlere yol açmaları, bu gerilimlerin çatışmalara evirilmesinin halklar arasında düşmanlıkları derinleştirmesi, iç ve dış düşmanların varlığı gerekçe gösterilerek silahlanmaya devasa bütçeler ayrılması, desteklenen ve teşvik edilen şiddetin gerekçe gösterilmesi suretiyle demokratik hakların kullanımının yasaklanması, yoksulluk, yoksunluk, günlük yaşam için gerekli ihtiyaçlara ulaşılamaması, yönetenlerin yoksullaştırdıkları insanların yoksulluklarını oy alma aracına dönüştürmeleri gibi sayılabilecek çok daha fazla gerçek toplumlardan gizlenmektedir.

                   Tüm bunlar Karl Marx’ın yazının girişine aldığım sözünü doğrulamaktadır. O zaman başta bilim insanları, insan hakları ile emek savunucularına düşen görev, sistemin illüzyon bulutunu dağıtacak ve insanların gerçekleri görmelerini sağlayacak örgütlenmeyi hayata geçirerek mücadeleyi yükseltmektir.

              Tam da bu noktada sistemi analiz edecek ve günümüz dünyasında yaşananları çıplak gözle görünür hale getirecek gerçek bilim insanları ile onların öncülük ettikleri kurumsal yapılara ihtiyaç vardır.  

 

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.