ALTIN
 4.297,56
DOLAR
 39,7257
STERLİN
53,5046
EURO
 45,8826
reklam

Hiç olmazsa tarihi gerçekleri siyasete kurban etmeyelim 

Siyasetin temel görevi, ülke için alınacak kararların tüm gerçekliği  ile kamuoyu yani halkla paylaşılmasıdır. Bu ne demektir ?Ülke yönetimi için halktan aldığı yetkiyle iktidar olan siyasi Partinin de birinci görevi,  alacağı tüm kararların tüm gerçekliği ile kamuoyunu bilgilendirmesidir. Bu aynı zamanda muhalefet için de geçerlidir. Ama derseniz ki yaşadığımız ülkede bu gerçekler iktidar tarafından uygulanıyor mu, buna evet demek bir yanılgı olur. İktidarın, ne ülke içinde ne de yurt dışı ilişkilerde  böyle bir alışkanlığı yoktur.

Geçmişte de özellikle seçim dönemlerinde, halka gerçeği yansıtmayan çoğu konular dillendirilirdi. Ancak son 15 yılda söylemler, camdan okunmaya başlayınca ipin ucu iyice kaçtı. Siyaset gereği, oy uğruna bir sürü gerçek dışı yalan yanlış konular dile getiriliyor. Bu getirilen konular, sadece içinde bulunduğumuz döneme özgü olmakla kalmıyor, geçmişi de karalayacak yalan yanlış söylemler peş peşe sıralanıyor. Hiçbir iktidar “ayranım ekşi demiyor.” Muhalefete ver yansın ederken, hızını alamıyor, öyle şeyler söyleniyor ki, 
“bu kadarı da olmaz” dedirtiyor. 

Değerli Okurlar, siyaseten yalan yanlış olayları dile getiriyorlar da hiç olmazsa tarihi gerçekleri saptırmasalar. Tarih saptırmakla kalınmadığı gibi, diğer yandan tarihi gerçekleri tüm açıklığı ile söyleyen, anlatan saygın uzman tarihçilere de hakarete varan sözler söyleniyor.

Deniyor ki; Sultan Abdülhamit,  33 yıllık yönetiminde Osmanlı’yı bir gram toprak kaybetmeden yönetti diyor. Ama tarih öyle demiyor!! Tarih diyor ki, Abdülhamit döneminde Osmanlı, Türkiye’nin bugünkü yüz ölçümünün iki katı 1.592896 kilometre kare toprak kaybetti. 

Kaybedilen  topraklar; Tunus, Mısır, Kıbrıs,Sırbistan,Karadağ, Romanya  

Gelelim Lozan karalamasındaki 12 adalar konusuna. 
12 adaları 1912’de verdik... Nerede mi, Lozan şehrinin Ouchy semtinde. 

Şu Lozan’da  adaları verdik deyip oku emrinden uzak güruhun meydanlarda Lozan’da  verdik deyip algı yaratması bundan. Araştırmayan halk da savaşı kazandık, “adaları verdik” diye inandırıldı...

Osmanlı Devleti, bugün 12 Adalar olarak bilinen adaları İtalya'ya bırakıyor. Sene 1912, Uşi Anlaşması'dır bu gördüğünüz anlaşma. İtalya'ya bırakıyor fakat geçici olarak. Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti'ne geri verilecek. Fakat şartlara uyum sağlanmıyor. Bu yüzden 3 yıl sonra yani 1915'te Londra'da bu konu gündeme geliyor ve Londra Paktı denilen anlaşmada bu adaların tamamı İtalya'ya bırakılıyor. Bakınız itiraz eden hiçbir padişah yok. Hiç sultan yok. Adaları İtalya'ya bırakmakla kalmıyorlar aynı sene bir de Çanakkale Boğazı'na dayanıyorlar ve Çanakkale Savaşı'nı yapıyoruz.

Yani 12 Adalar önce Uşi'de, sonra da 1915 Londra'da İtalya'ya verilmiştir.

Osmanlı temsilcilerinden biri Rumbeyoğlu Fahreddin Bey'dir. Bu adam kim mi? Türk milleti bir milli mücadele verirken, Kuvayı Milliye'yi kurmuşken, bu adam Kuvayı Milliye'nin karşısına Damat Ferit'in kurduğu Kuvayı İnzibatiye ile çıkan adamdır ve Yunan ordusunun yanında olmuştur. Savaş kazanılınca sürgün edilenlerin arasında yer almıştır. 12 Adaları İtalya'ya bırakan heyetin içerisinde bu adam vardı.

Şimdi asıl olaya gelelim... Uşi Anlaşması'nın ismini aldığı Uşi, Lozan şehrinin bir semtidir. Bu yüzden 1912'de imzalanmış olan Uşi Anlaşması, İtalyan tarihinde Lozan Anlaşması olarak geçer. Fakat bizim bildiğimiz yani 1923'te imzalanan Lozan Barışı ile bu anlaşma birbirine karıştırılmasın diye bu anlaşmaya Uşi denmiştir.

İşte sahte kiralık tarihçiler, yani Kadir Mısıroğlu ve çetesi, bu durumdan faydalanıyor ve 12 Adaların Lozan Anlaşması'nda gittiğini söylüyorlar.

Halbuki o Lozan başka, bu Lozan başka. Ne yazık ki bunu bütün millete yutturdular ve böylece milletimizi Lozan barışına düşman ettiler.

Bizim bildiğimiz Lozan Anlaşması'nda ise bilakis Ege'de birçok ada Türkiye'ye geçmiştir.

Türkiye'ye Lozan Anlaşması ile geçen bu adalar ise, son 10 yılda Yunanistan'a bırakılmıştır.

Bugün Yunan papazların mangal yaptığı Ege Adaları, uluslararası anlaşmaya göre halen daha Türkler’indir...  (Alıntı Yusuf Halaçoğlu)

SON SÖZ: “Ben ne 3 kıtada toprak kaybeden Abdülhamit’in, ne halk açken saraylar yaptıran Abdilaziz’in, ne de İngiliz kuklası  Vahdettin’in torunuyum. Ben Osmanlı’nın borçlarını ödemiş, savaşlarda can vermiş,“Cumhuriyet” ile insan yerine konulmuş yoksul “Anadolu” köylüsünün torunuyum. 
                               

İLBER ORTAYLI

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.